İTÜY Kitap Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Kriz, sürdürülebilir büyüme ve kreatif endüstrilerin rolü(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2014) Yayın Kurulu: Ekren, Nazım; Yayın Kurulu: Ertürk, İsmail; Yayın Kurulu: Bilgili, Ahmet Emre; Yayın Kurulu: Karataş, Abdülmecid; Yayın Kurulu: Kurulay, İsrafil; Yayın Kurulu: Owens, Paul; Yayın Kurulu: Valles, Guillermo; Yayın Kurulu: Gantchev, Dimiter; Yayın Kurulu: Quintana, Carolina; Editör: Demirel, SelmaKreatif endüstriler bireysel kreatiflik, beceri ve yetenek üzerinde temellenir. Aynı zamanda bu endüstriler fikri mülkiyetleri geliştirerek refah üretme ve iş istihdamı sağlama potansiyeline de sahiptirler. Kreatif endüstriler yayın, medya, yazılım, danışmanlık, sanat, reklam, tasarım, serbest zaman değerlendirme, eğlence ve mimarlık gibi oldukça geniş bir faaliyet alanını kapsamaktadır. Kreatifliğin ekonomide kalmayıp kültür ve kentleşme alanlarına yayılması yerel yönetimlerin toplum, ekonomi ve kültür alanında rolünü ön plana çıkarmış, kreatif şehirler konseptiyle şehirlerin kreatif imkân ve kaynaklarının aktiflerinin yeniden keşfedilmesine neden olmuştur. Birleşmiş Milletlerin 2011 Mart’ında yayınladığı kreatif ekonomi 2010 raporu kreatif mal ve hizmet ticaretinin küresel ticaretteki daralma ve dünya ekonomik krizine rağmen konumunu koruduğunu ve hatta arttırdığını da göstermektedir. Ekonomilerin sürdürülebilir performanslarında en önemli mekanizmalardan biri de şüphesiz kreatifliktir. Kaliteli farklılık üretme yeteneği rekabet ve sürdürülebilirliğe, dolayısıyla kreatiflik konseptine vurgu yapmaktadır. İstanbul Ticaret Üniversitesi ve UNCTAD, böyle bir yapılanmaya katkı sağlamak, bu süreçlerde yer almak amacıyla ilgili diğer paydaşların yer alacağı, uluslararası kreatif ekonomi ve kültür endüstrileri, kreatif şehirler merkezi kurma kararı almıştır. Merkez kısa süre içinde faaliyete başlayacaktır (Merkez, 17 Nisan 2013 tarihli, 28621 sayılı Resmi Gazetede yönetmeliği yayınlanmış ve kurulmuştur). Bütün bunların ışığında gerçekleştirilen “Kriz, Sürdürülebilir Büyüme ve Kreatif Endüstrilerin Rolü” başlıklı konferansın ana amacı bu dinamikleri keşfederek, tetikleyerek sürdürülebilirliği sağlayan mekanizmaları gündeme getirmek, kurumsal çerçeveyi oluşturmaktır.Öğe Cisimlerin Mukameveti(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2011) Hazırlayan: Yazıcıoğlu, OsmanCisimlerin mukavemeti bir temel mühendislik bilimidir. Her çesit yapı, makina ve ekipmanın uygun mukavemete göre tasarımında kullanılır. Mukavemetin uygulaması bina, köprü, depolama tankı, otomobil, basınçlı kap, gemi, uçak, uzay tasıtı, fabrika makinası, elektrik motoru ve jeneratör, konstrüksiyon ekipmanı, ulastırma kulesi, ulastırma anteni, takım tezgâhı, golf kulübü, tenis raketi ve birçok baska konuda görülmektedir. Bir makina veya binanın tasarımı, bunların maruz kaldıgı dıs yüklere karsı yeterli mukavemette olmasını saglamayı hedefler. Gerilme analizi ve malzemelerin mekanik özellikleri mukavemetin ana konulandır. Büyük Dogu Medeniyetinin etkisini batıda göstermesiyle ortaya çıkan Rönesansla birlikte mukavemet biliminde büyük gelismeler oldu. Leonardo Da Vinci (1452-1519) elemanlara etki eden kuvvetlerin ve cisimlerin mukavemetinin tayini arastırmalarını yaptı. Daha sonra 17. asırda Italya, Ingiltere, Fransa, Almanya ve Rusya'da Milli Bilim Akademileri (NAS) kuruldu. Bunlar diger bilimler yanında mukavemetin de gelismesini sagladı. Galileo, Hooke, Mariotte, John ve Jacob Bernoulli kirislerin, kolonların ve çubukların davranısı ile ilgili temelleri gelistirdiler ve malzemelerin mukavemeti ile ilgili diger özellikleri arastırdılar. Aynı zamanda Issac Newton (1642-1727) cisimlerin mukavemetinde anahtar rolü oynayan Newton mekaniginin kavramlarını gelistirdi. On sekizinci asırda bir önceki asırdaki çalısmalar genisletildi ve daha ileri pratik durumlara uygulandı. Askeri mühendislik ve insaat mühendisligi alanları gelisti, ilk mühendislik okulları kuruldu ve ilk insaat mühendisligi kitapları yayınlandı. Birçok insaat malzemesinin ahsap, tas, çelik ve pirinç gibi mekanik özellikleri test edildi ve istinat duvarları ve kemerlerin teorileri gelistirildi. Fransa'da 1795 de ünlü Ecole Polytechnic, ders ve laboratuvar sistemli olarak kurularak; matematik, fizik ve kimya gibi temel çalısma konulan da okutuldu. Bu okul Poinsot, Biot, Poisson, Cauchy ve Navier gibi birçok ünlü bilim adamı yetistirdi. On dokuzuncu asırda mukavemetin önemli ilerlemesi, bu bilim adamları sayesinde gerçeklesti. Modern mukavemetin teorik temellerindeki gelismeleri çogu on dokuzuncu asrın sonlarında oldu. On sekizinci asrın sonlarında baslayan sanayi inkılabı, mukavemete yeni uygulama alanları sagladı. Çelik köprülerle ilgili gelismeler, gemi mühendisligi, makine ve uçak tasarımı bunlara birkaç örnektir. Sunulan bu uygulama alanlarındaki yeni problem ve tecrübelerle simdiki mukavemet bilgisine önceki asırlardakinden daha çok katkı saglandı. Günümüzde birçok mühendislik programında bu ders bulunmaktadır. Bu derste ele alınan gerilme analizi konuları makina, biyomedikal, mekatronik, , uçak, uzay ve endüstri mühendisliklerinde ve mimarlıkta ögrencilere tasarımları kavrama ve degerlendirmede önemli bir temel saglamaktadır. Mukavemet tüm endüstriyel tasarımlarda mutlaka gerçeklestirilmesi gereken bir tasarım faktörü olarak bilinmektedir.Bu kitap birkaç temel kavramın anlasılmasını ve basitlestirilmis modellerin kullanılmasını hedeflemektedir. Mühendislik yapılarının ve makine elemanlarının tasarımı ve incelenmesi için güvenilir durumların açıkça belirtilebilmesi, gerekli bagıntıların mantıklı bir biçimde gelistirilmesi gerekli olmaktadır. Her bölümde verilen örnek ve problemlerle temel esasların gelistirilmesinde gayret edilmektedir. Son yıllarda bu konuda önem kazanan sonlu elemanlar yöntemi kısaca tanıtılmakta ve tek numaralı problemlerin cevapları kitabın sonunda verilmektedir. Bu eseri yayınları arasına alan Istanbul Ticaret Üniversitesi Yayın Kurulunun üyelerine tesekkür eder ögrencilere yararlı olmasını dilerim.Öğe Toplumsal kalkınmada üretimin artan rolü(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2011) Editör: Birgün, Semra; Editör: Onursal, Serab; Editör: Tunçbilek, NükhetÜretim, Bilgi, Emek, Sermaye ve üretim araçlarının bir araya getirilerek yeni kaynak yaratmaktır. Toplumun kaynak ihtiyacı giderek artıyor. Üretilen kaynakların bir kısmı tüketime bir kısmı üretime, diğer bir kısmı da stok veya başka ulusların kullanımına verilir. İnsanlık tarihi ile beraber başlayan üretim zamanla çoğaldı. İnsanlar üretimi arttırmanın yollarını devamlı aradı. İster toplama topluluğunda, ister tarım toplumunda üretim, topluluğun refahı ile ilgili bir ölçüt oldu. Yiyecekleri toplamada basit alet kullanma, toplananların arttığını gösterdi. Tarımda hayvan gücünden faydalanma, belirli alandan elde edilen ürünün miktarını arttırdı. Tarımda su kullanımı verimi daha da arttırdı. Özetle insanoğlu daha fazla üretmek içgüdüsüne sahip. Bu iç güdü ile daha fazla üretim yapmak sürekli bir hedef olmuştur. Daha fazla üretmek ya daha fazla kaynak ayırmak ile veya daha verimli üretim yolları bulmak ile mümkündür.Öğe Japonya'nın dış politikası ve Türkiye(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2009) Matsutani, HironaoJaponya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin çok eskilere dayanan geleneksel dostluk ve samimiyet duyguları içinde devam etmekte olduğu bilinmektedir. Oysa yüz yıllık ortak tarihleri süresince aralarında küçük ya da büyük herhangi bir sorun yaşanmamış olan bu iki ülkenin kültürel, ekonomik ve siyasi alanlarda ilişkileri geliştirmek konusunda çaba göstermiş ve ileriye yönelik adımlar atmış oldukları kabul edilse de, bu alandaki işbirliği ve dayanışmanın birkaç yıl öncesine kadar istenilen düzeye getirilememiş olduğu da bir gerçektir. Türkiye’nin, bölgede istikrar ve barışın sağlanmasında kuşkusuz belirleyici bir etkisi ve önemi vardır. Bunun en büyük nedenlerinden biri, Türkiye’nin 19. yüzyılın ilk yarısında başlayan “Çağdaşlaşma Dönemi”nden günümüze dek ilişkilerinde hep Batı’ya ağırlık vermiş ve bir Avrupa ülkesi olma yolunda hızla ve emin adımlarla ilerlemiş olmasıdır. Japonya ise İkinci Dünya Savaşı ertesinde bir enkaz haline gelmiş olmasına rağmen, doğru politikalar güderek bir durumdan kısa zamanda kurtulmayı başarmış ve günümüzde dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri olarak uluslararası toplulukta hak ettiği yeri almıştır. Bugüne gelinceye kadar, Japonya ve Türkiye birbirleriyle olan –daha çok “soyut” diye tanımlayabileceğimiz- ilişkilerini saygı, sevgi ve dostluğa dayalı bir şekilde sürdürmekteydiler. Süregelen ikili ilişkiler, tarihsel süreç içinde incelenirse, ancak 1970’li yıllardan sonra kendini gerçekleştirmiş, eğer deyim yerindeyse, somutlaştırmıştır. Başka bir deyişle; ancak o tarihten sonra Japonya’nın dış politikasında Türkiye’nin yeri ve önemi herkesçe kabul edilmeye başlanmıştır. Türkiye’nin bölgede ve dünya üzerindeki önemi, 1980’li yıllarda değişen dünya konjonktürü içinde daha da artmıştır. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile dünya düzeninde meydana gelen tarihsel değişiklik, dünyanın dikkat ve ilgisinin Türkiye üzerinde yoğunlaşmasına neden olmuştur. Son birkaç yılda gözlenen büyük gelişmeler, sadece dünya için değil, yeni yeni hız kazanmaya başlamış olan Japon-Türk ilişkileri için de mühim bir dönüm noktası olacaktır. Kurulmakta olan yeni dünya düzeni içinde, bu iki ülkenin de kendilerine düşen görevleri yerine getirmeleri gerekmektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Japonya ile Türkiye son birkaç yıl içinde siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda hiç de küçüksenmeyecek ölçüde gelişme gösteren ilişkiler kurmuşlar ve işbirliği yolunda büyük adımlar atmışlardır. Japonya ve Türkiye’nin birbirlerini keşfetmeleri, içinde bulundukları şartlar düşünülürse, hiç de rastlantısal değildir. 21. yüzyılın bu iki ülkenin yürümeleri gereken yol açıktır. Hür parlamenter demokrasilerden oluşan bir topluluğun üyeleri olarak barış, güvenlik, özgürlük, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi gibi ortak idealleri paylaşan bu iki ülke, sıkı bir işbirliği içinde hem kendi ülkelerine hem de dünyanın geri kalanına karşı görevlerini beraberce yerine getireceklerdir. Bu yolda yürürken, Japonya ile Türkiye arasındaki ekonomik bağımlılık, siyasi iyi niyet ve kültürel yakınlık, bu iki ülkenin hedeflerine ulaşmalarında büyük kolaylık sağlayacaktır.Öğe The genocide of truth(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2008) Aya, Şükrü ServerIn the closing decades of the Ottoman Empire, the Armenian upheaval culminated in tragedy. The Armenians, formerly identified as a loyal and privileged community, undertook sporadic acts of insurgency at a time when the Ottoman state was confronted with diverse internal problems in addition to conflicts with major European powers. The Christian world, incited by their missionaries in the Ottoman lands, took advantage of unrest there to spur Armenian nationalists into insurrection against Muslim Turks. Russians, longtime adversaries of the Ottomans, effectively mobilized militant Armenians to armed rebellion in eastern Anatolia. The Ottoman ruling establishment felt betrayed by an erstwhile trusted and loyal minority. It was a convulsive period when World War I was raging. The faltering Ottoman government erred in seeking a solution: It ordered the relocation of masses of Armenians. Large numbers of those deportees of all ages perished during the long march. What had been thought of as a practical way out of preventing civil war turned into a massive tragedy! Contrary to subsequent allegations decades of research have failed to substantiate such charges no order had been issued for extermination, no planned genocide occurred. As for the losses of life during the unfortunate deportation, the Ottomans of the time and the Turks of later decades bemoaned the tragic consequences. Today most Turks of goodwill feel deep sorrow. They feel chagrined that tens of thousands of people had fallen victim to the ill effects of nationalism, sedition, and foreign provocation – and a mismanaged relocation attempt. This bitter harvest of history dating from the final Ottoman era, later became transmogrified into a smear campaign against the Turkish Republic and her citizens. Starting out as sustained propaganda it spearheaded such terrorist acts in many world capitals as assassinations of Turkish diplomats, and culminated in a series of anti-Turkish resolutions passed by numerous national parliaments. Large segments of the Turkish people, believe that the Armenian tragedy that erupted when the Ottoman State neared its end had resulted from uprisings. Similar disasters would probably have taken place in other major states (for example, France, Germany, England or USA) if they were threatened by secessionist minorities instigated into action by outside powers in the course of a world war. Interestingly, in its first forty years the Turkish Republic experienced no recrimination from the Armenian diaspora or from western governments or parliaments. A new strategy, devised mainly for rekindling Armenian national consciousness and religious allegiance, was introduced in the mid 1960s with the assassination of Turkey’s Consul General in San Francisco. For two decades thereafter, as many Turkish diplomats was killed by the terrorist organization ASALA, a relentless propaganda campaign made flagrant accusations against Turkey in order to strengthen the waning Armenian national awareness and to augment church-attendance. By the 1960s, numerous Armenian churches in Manhattan had such sparse attendance that some of them had to close! Some ten years later, all of them reopened - and even a major Cathedral (St Vartan’s Cathedral) was constructed. The diaspora’s campaign against Turkey ranks as one of the most effective propaganda wars waged in modern times. It persuaded many nations and communities that the Ottoman government perpetrated genocide and that the successor state, the Republic of Turkey, must be held accountable even ninety or a hundred years later.Öğe Kamu maliyesi ve yönetimi(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2007) Hazırlayan: Batırel, Ömer FarukBu yayın 2007-2008 egitim-ögretim yılından itibaren stanbul Ticaret Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesinde vermeye basladıgım Kamu Maliyesi ve Yönetimi dersi için hazırlanmıs bulunmaktadır. Kamu maliyesi teorisi konusunda ilk baskısı 1976 yılında, üçüncü ve son baskısı 1990 yılında yapılan çalısmam ile kamu bütçesi adıyla ilk olarak 1979 yılında yazmıs oldugum ve dokuzuncu baskısı 2004 yılında yayınlanmıs olan kitaplarım birlestirilmis, yeniden gözden geçirilmis ve tek bir yayın haline getirilmistir. Bu eserin yayınlanmasını özendiren ve destek olan meslekdaslarım ve arkadaslarım, basta Sayın Rektör Prof.Dr.Ates Vuran olmak üzere Ticari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Münevver Turanlı, Rektör Yardımcısı Prof.Dr.Oguz Uras ile yayına hazırlayan Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Baskanı Yasin Demirbas’a sükranlarımı sunuyorum. Yayının gözden geçirilmesinde Marmara Üniversitesi ktisadi ve dari Bilimler Fakültesinde görevli Ars.Grv.Soner Yakar yardımcı olmustur. Kendisine de tesekkür ediyorum.Öğe Radyo Bilgisi(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2007) Hazırlayan: Çetinok, NejatÜlkemizdeki üniversitelerde yer alan iletişim fakültelerinin ders programları hazırlanırken o fakültede yer alan bölümlerin ihtiyaçlan göz önünde tutulmakta ve üniversitelerin öncelik sıralarnalarına göre öğretim konuları belirlenmektedir. Derslerin adı kadar içerikleri de değişmekte, üniversitenin anlayışına göre o dönemde önemserrmesi gereken iş ve çalışma alanları mercek altına alınmakta, öteki alanlar ise biraz uzak tutulmaktadır. Tüm dünyada ve ülkemizde görselliğin etkisini artırması sonucu görsel tasarım ve televizyon yaymcılığı gençlerin öğrenim almak istediği alanlar olmaktadır. Sesli medyanın, radyo yayıncılığının artık eskisi kadar güçlü olmadığı, etkisini yitirdiği ve ilgi derlemediği söyleuse de "gerçek hayat" bunun aksini göstermektedir. Özellikle komşu kapısı kadar kendisine yakın yerel FM radyo istasyonlan hasret kaldığı eş-dost sıcaklığını insanın yani radyo dinleyicisinin kulağının dibine getirmektedir. Başka bir iş yapılırken de size eşiilc edebilme özelliği taşıyan radyo yayıncılığı size çağdaş yalnızlığınızı hissettinnemektedir. Taşınabilir telefonunuza yerleştirilen radyo ve internet özellikleri radyoculuk ilkelerine göre biçimlendirilmiş program düzenini korumuş ve bir başka boyutta dinleyicisine ulaşmıştır. Müzik endüstrisinin ürettiği meta ister sesli ister görüntülü olsun daha çok tanınsın, daha çok tüketilsin diye her kanalda yer almak durumundadır. Tüketiciye yani dinleyiciye en ucuz ve doğrudan ulaşma yolu sesli medya yani radyo'dur. Üstelik sesin aslına en sadık iletilebilmesi için teknoloji en üst düzeye taşınmış ve insanın müzik ihtiyacının doyurolması sağlanmıştır. İletişim fakültesi öğrencileri gelecekte radyo programı yapımcılığı yapmayacaklarını düşünseler bile radyo konusunda elde edecekleri bilgilerin sadece radyoculuk konusunda değil sanatın ve yaratıcılığın her alanında yaşanınası kaçınılmaz olan "biriktirmek, o alanın yaratıcılık dilini bilmek, bu dilin kurallarına uygun kurgulamak ve sunabilmek" olduğunu göreceklerdir. İstanbul. Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde "Uygulamalı Radyo Programcılığı" başlığı altında gerçekleştirilen dersin içeriğini açıklayan satırlarda şöyle denilmektedir: "Bu derste, İletişim Fakültesi çatısı altında değişik alanlarda biçimlendirilen öğrencilere "sesli medya" alanı "radyo"yu nasıl kullanacakları öğretilmektedir. İnsan sesi, müzik sesi, efekt, derinlik duygusu gibi radyo yayıncılığının yapıtaşlarının özellikleri ve "radyo programı yapımı" kuramsal olarak aktanldıktan sonra radyo yayınını oluşturan programların nasıl yapılacağı "uygulama" yoluyla ortaya konulmaktadır." Elinizdeki kitabın amacı gerek iletişim fakültelerinde öğrenim gören öğrencilere gerekse medya'da çalışacak olanlara iletişim ve haberleşme kanallarında "gerekli parçaları akıl, estetik ve uyum. ölçülerinde, meslek (uğraş) kuralları uyarınca ve kendine özgü bir dil, anlatım ile bir araya getirmek" anlamına gelen "kurgu" ve "yapım"ı anlatmaktır. Radyo programının, televizyon oyununun, bir sinema fılminin, bir dergi röportajının, bir gazete köşe yazısının anlatım biçimleri, kendini ifade etme dilleri farklıdır. Ama yine de her birinin temelinde bir dili oluşturan yapıtaşları vardır ve bu dili kullanacak kişinin bu yapıtaşlarının özelliklerini ve kullanılışiarını bilmesi zorunludur. Bu yüzden kitapta kurgu ve yapım sonucu ortaya çıkan ürünün yani programın ve genel anlamda "radyo yayıncılığı"nın hangi iklimde, hangi zeminde, hangi ortamda gerçekleştirildiğini aktarmak kaçınılmazdır. Kuşkusuz, radyo yayıncılığının yapıldığı zemini, ortamı düzenleyen düşünsel (fikri), yasal, parasal (ekonomik) ve toplumsal kurallar vardır. Bu işleyişi bilmeden radyo yayıncılığını ve bir radyo programının yapımını ve yayımını anlayabilmek zor olacaktır. Ancak, bu çalışmanın amacı bir radyo istasyonunu teknik ve ekonomik bir işletme olarak anlatmak olmadığından önce "Türkiye'de radyo yayıncılığınm işleyişini düzenleyen yasal hükümler" kısaca aktarılacak ve sonra da "radyo programı üretimi" üzerinde durulacaktır. Daha farklı ve ayrıntılı bilgilerle donanmak isteyenler için kitabın bir bölümü "iletişim ve haberleşme" ile özellikle "radyo yaymcılığmın dünyadaki ve bizdeki geçmişi ve işleyişi"ne ayrılmıştır. Tüm bu bilgilerin aktarılmasından sonra çalışmaya "müzik" olgusunu açıklayan, batılı çoksesli müziğin toplumumuzu yıllar boyunca nasıl etkilediğini anlatan bir bölüm ile konuya ilişkin bir "okuma parçası" konulmuştur. Bu kitabın yazarı özgeçmişinde görüleceği gibi tiyatro ve sinema alanlarında çalışırken "radyoculuk" mesleğine Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu TRT' de "devlet memuru" 'yapımcı ve (spiker) sunucu' olarak "asaleten" 5.5.1965 tarihinde başlamıştır. Daha sonra kimliğine "akademisyen" olma özelliği eklemlenmiştir. Aynı zamanda bir hukukçu gözüyle baktığı Türkiye' de yaşanan toplumsal, siyasal, sanatsal olayların bir radyocu olarak içinde olmuş, deneylemiş ve gözlemlemiştir. O dönemlere ve bu konulara ilişkin yazdıkları ve yazacakları içeriden birinin tanıklıkları olmaktadır. Kitle iletişim araçlarının ve radyo yayıncılığının bugününe ulaşana kadar neler yaşadığı ansiklopedilerde, teknik ve teknolojik incelemelerde, tarih kitaplarında, makaleler ile ders notlarında ve ders kitaplarında yer almaktadır. Bu kitabı oluştururken derslerim sırasında yürüdüğüm çizgiyi, verdiğim bilgileri ve yaptığımız uygulamaları göz önünde bulundurdum. 1965 yılından 2005 yılı sonuna kadar radyo dünyasının içinde yapımcı ve sunucu olarak bulunmama ve bilgilerimi doğrudan aletarına yetkisini kendimde bulmama rağmen daha önce yazılmış olanları kendi anlatımım içinde doğru kurgulayarak derlemenin ve aktarmanın doğru olacağı kanısına vardım. Daha çok tekniğe, tarihe ve uygulamaya ilişkin bilgiler aktarılacağı için kurarnların yorumlanacağı bir kitap olma özelliği taşımayan bu çalışma radyo dünyası üzerine bilgilenrnek isteyen öğrenciler ve radyo gönüllüleri için yazılmış bir radyo bilgisi derlemesidir. Bir başka baskıda kendi radyoculuk yaşantımdan bilgi, görgü ve anılarımı aktarabileceğimi umuyorum.Öğe Bitirme projesi yazım kılavuzu(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2007) Hazırlayan: Arslan, KahramanSon 10 yıldır lisansüstü eğitime başvuran ve bu süreci bir akademik kariyerle sürdürmek isteyenlerin sayısında hızlı bir artış gözlenmektedir. Bu süreç, beraberinde uluslararası standartlarda bilimsel araştırma yöntemlerinin ve tekniklerinin kullanılmasını bir gereklilik olarak öne çıkarmaktadır. Nitekim, Türkiye'nin bilim alanında uluslararası yayın sayısı da hızla artmaktadır. Özellikle, gerek lisans, gerekse de yüksek lisans düzeyinde akademik ve mesleki birikimi geliştirmeyi sağlayan derslerin tamamlanmasından sonra, lisans ve yüksek lisans öğrencileri ilk kez kapsamlı bir bilimsel çalışma sorumluluğu ile karşı karşıya gelmektedirler. Nitekim, bitirme projesi ve tez hazırlama süreci, aynı zamanda bir öğrenme ve kendini geliştirme sürecidir. Uygulamada görülen kimi farklılıklara rağmen, bir bitirme projesinin hazırlanmasında uyulması gereken kurallar ve gösterilen bilimsel titizlik bir tez hazırlama süreci ile benzerlik arz eder. Bu nedenle, söz konusu bitirme projesinin ve tezin hazırlanmasında uyulması gereken bilimsel temel, araştırma teknikleri ve akademik etik tekdir. Bu çerçevede, akademik bir çalışmanın hazırlanmasında uyulması gereken bilimsel araştırma teknikleri ve yazım kurallarının standartlaştırılması büyük önem arz etmektedir. Bu durum, öğrencilere bu tür akademik çalışmaları esnasında çeşitli kılavuz eserlerin yol gösterici olmasını gerektirmektedir. Söz konusu eserler, bilimsel çalışmalarda zaman ve emek tasarrufu sağlanmasının yanı sıra, akademik çalışmanın bütünlüğü içinde, yapılacak işlerin planlaması ve çalışmaya nasıl başlanıp nasıl sürdürüleceği hususunda yol gösterici olmaktadır. Bu noktada, ulusal ve uluslararası boyutta incelenmesi gereken konu başlıklarına ve çözüm aranan sorunlara yönelik olarak, önemli başlıkları inceleyen ve derleyen bitirme projelerinin ve tezlerin başarısı, ancak belli bir model bütünlüğü içerisinde hazırlanması ve sunulması halinde akademik alana beklenen katkıyı sağlayacak ve başarıyı yakalayacaktır. Yrd. Doç. Dr. Kalıraman Arslan tarafından hazırlanan bu eser, lisans ve lisansüstü eğitimlerini tamamlama aşamasında bitirme projesi veya tez hazırlama aşamasına gelen öğrencilerin, söz konusu çalışma için nasıl bir model almaları gerektiğine ışık tutmaktadır. Öğrencilerin bu tür bir akademik eseri hazırlarken dikkat etmeleri gereken yazım kuralları, basit ve anlaşılabilir bir üslupla, bir 'kılavuz' niteliği taşıması hedeflenerek hazırlanmıştır. Üniversitemizin pek çok akademik çalışmasına önemli katkılar sağlayan Yrd. Doç. Dr. Kalıraman Arslan'ın hazırladığı bu eserin, lisans, ve yüksek lisans öğrencilerimize faydalı olacağına inanıyorum. Dr. Arslan'ı çalışmasından dolayı kutlar ve Üniversitemizin bilim alanına pek çok eseri kazandırma çabalarındaki pozitif ivmenin artarak süreceğini ifade ederim.Öğe Write Now! From Paragraph to Essay Academic Writing Skills(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2006) Uçar, Ersoy M.It is mostly believed by the foreign language learners that writing is not of crucial importance when compared to other language skills. Almost all language learners want to spend their time reading, listening, practicing grammar, or speaking. When they are asked to write something, either they show a very little interest in what they are supposed to write or try to do everything they can to avoid it. Thinkabout your own past experiences related to writing for a while. Actually, there is a very little possibility that you remember them in a positive mood. Let' s suppose that you are asked which language skill you like most; it is, to a great degree, certain that the answer to be given will not be the answer expected. In short, we neither like nor want to write in any way. Language learning, on the other hand, isa multi-dimensional process in which you master all the skills that make up a language. Reading and listening are regarded as receptive skills; whereas writing and speaking are productive or creative skills. In the course of language learning, it is impossible to ignore even one of these dimensions that are of the same importance as each other. Writing requires creativity; that' s why, generally this skill is perceived as more difficult than the others, and it is also thought that the lack of enough creativity hinders efficient writing. Then, the question is what will happen if you are not a very creative person. There is no need to worry; in fact, everybody has creativity to a certain degree to write. Of course, some people are better at expressing themselves and their ideas in writing; but academic writing - with its strategies, techniques, and rules - does not necessarily need this special talent. Academic writing is a collection of strategies, techniques, and rules which can be learned. When you learn all these effectively, you can get ri d of the phobia, fear of writing. It is a proven fact that motivation plays a very critical role in learning. Learning how to write, particularly in an academic context, is not independent of general learning concept. When the nature of writing and its basic principles are not known or understood, it is virtually impossible to raise the motivation level towards writing and cope with the fear of writing. Writing is like looking into a mirror. When wntıng, you concentrate on yourself and your own potential. You are all alone with your paper. This situation can be considered to be one of the sources of fear about writing; but in my opinion, it is a great opportunity for you to face yourself, discover your potential, and learn your limits. 'Write Now!' is basically designed to take intermediate levellanguage learners from paragraph writing to essay writing. In this book, above all, you will be able to feel that you are not al one. You are go ing to find whatever you need in terms of basic academic writing skills. The book is organized from the basic academic writing subjects towards the more complicated ones. 'Write Now!' teaches writing as a process, but at the same time focuses on the product, as well. In-depth explanations can be found for all the subjects in the book, and these explanations are clarified throughout the book with various tables, shapes, graphs, and illustrations. Every subject in the book is supported with a wealth of examples and exercises for you to practice. The general layout and organization of the book will help you leam the subjects in an order. With the aid of this clear and easy-to-follow organization, you will be able to reach the level you need step by step and without having much diffıculty. As I have mentioned above, motivation is a significant factor in leaming and should not be ignored in any way. In this context, the exercises and examples used are organized around the topics that are very likely to draw interest. The book, also, contains a very comprehensive glossary for the words that are likely to arise problems in understanding the subjects. By means of this glossary your attention will not shift from the content to the words you do not know. 'Write Now!', with its exceptional features, is very appropriate for both class use and self-study. I strongly hope and believe that this book will help you in your academic writing studies, bring the barriers down in front of your success in writing; and of course, give you the pleasure of writing as a who le. At this point, I would like to express my deepest gratitude to the Rector of Istanbul Commerce University, Prof. Ateş Vuran, to the General Coordinator of English Preparatory School, Zeynep Sevgener, to Banu Koçaş from Material Office, and to my colleagues for their canfidence in this book and for their great support.Öğe Global Leadership(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2006) Hazırlayan: Durmuş, Ahmet H.I am pleased to write this Preface for Prof. Safty1s latest book on leadership. Appropriately called Global Leadership, it presents multicultural perspectives on leadership and management. It offers insights into what Prof. Safty has called value leadership that is leadership that adds value to the human development in whatever field. It also illuminates such crucial facets of leadership as creativity, innovation, challenges of leadership, opportunities attendant to the information revolution, and corporate social responsibility. The publication of the book coincides with the 8th Global Leadership Forum, sponsored by Istanbul Commerce University as well as by an international consortium of educational · and leadership organizations. They all share and support Prof. Safty's message of leadership for human development. As the President of Istanbul Commerce University, I think I speak for all my colleagues at Istanbul Commerce University when I say that human resources and therefore human development are at the core of our approach to leadership and management in our academic programs as well as in our community outreach activities. Let me take this opportunity to acknowledge the contributions of Prof. kerem Alkin and his team ably led by Oguz Demir, to the work of the 8th Global Leadership Forum. Let me also reiterate my wholehearted support for Prof. Safty and the Global Leadership Forum. The contributions gathered in this volume all underscore the importance of a humanİst approach to leadership whether in the academy, in the private sector, in educational institutions, or in governmental and non-governmental organizations. They also remind us of an important facet of globalization that is often not discussed, and that is that globalization has a multicultural face with a diversity of perspectives and human needs. Istanbul Commerce University also shares with the Global Leadership Forum i ts commitment to. using education as a tool of empowerment to help create public awareness and motivate current and future leaders to be committed to leadership for human development. I trust the reader will find this book a valuable contribution in that regard.Öğe Uygulamalı aile hukuku sertifika programı(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2005) Hazırlayan: Şıpka, Şükran; Hazırlayan: Şensöz, Ebru; Hazırlayan: Şenol, Ayşe Nilay; Hazırlayan: Özbilen, Arif BarışBu program istanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile İstanbul Barosu arasında imzalanan Protokol kapsanıında hazırlanmıştır. II. Dönem Sertifika progranıınıızda, evliliğin sona erme nedenleri ve sonuçları, Yargıtay kararları doğrultusunda Türk ve Alman hukukları çerçevesinde incelenmiştir. Ayrıca, yurt içi ve yurt dışındaki meslektaşlarımızın talebi doğrultusunda aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme ~ararlarının tanıma ve tenfizi ve tebligat sorunları ele alınmıştır. Programda görüleceği gibi, bu dönem daha çok Milletlerarası Özel Hukuk konularına ağırlık verilmiştir. II. Dönem Sertifika Programı toplam 17 saat olarak belirlenmiş olup 3 gün içerisinde tamanılanmıştır. Program sonunda katılımcılara, İstanbul Barosu Başkanı ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü'nün imzaladığı bir sertifika sunulmuştur.Öğe The effects of globalization on financial reporting(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2005) Editör: Solaş, Çiğdem; Editör: Erim, Aslı; Biçer, Ali AltuğOver the last few years there has been a significant increase in the acceptance of International Accounting Standards (IASs) and International Financial Reporting Standards (IFRSs) which are issued by the International Accounting Standards Board (IASB). Many countries are adopting the IASs/IFRSs using various approaches. These various approaches to converge and harmonize include adoption of IASs/IFRSs in its entirety, full adoption of IASs/IFRSs with time lags, selective adoption of IASs/IFRSs and countries developing national standards based on IASs/IFRSs. Given this divergence in adoption of IASs/IFRSs, national standard setters in many countries that are adopting IASs/IFRSs are struggling to impose standards that reflect the perspectives and needs of their respective users. This study seeks to examine issues that affect †the adoption and implementation of IASs/IFRSs. Using countries from the South Pacific region, namely Australia, New Zealand, Fiji and Papua New Guinea, this study provides examples of how these countries have adopted IASs/IFRSs. Importantly, this study identifies various factors that should be considered and proposes actions to be taken by relevant stakeholders in countries adopting IASs/IFRSs. In conclusion, we reiterate the misconception that it is not a case of ‘flicking a switch’ to comply with IASs/IFRSs. We suggest that country specific contextual factors should be considered in adopting IASs/IFRSs.Öğe KOBİ'lerde yönetim ve pazarlama aracı olarak Franchising(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2006) Hazırlayan: Arslan, KahramanGloballeşme ile ortaya çıkan yeni ekonomik dünya düzeninde işletmelerin yeni fırsatlar yaratarak yaşamlanın sürdürebilme ve pazarlara egemen olma çabaları ön plana çıkmaktadır. Baş döndürücü bir hızla yaşanan değişimler karşısında işletmeler, uluslararası arenada rekabet edebilmek için değişik yöntemlerle işbirliği imkanlan yaratmaya çalışmaktadırlar. İşletmelerin global pazarlama stratejileri içinde franchising sisteminin çeşitli avantajlanndan dolayı biraz daha farklı bir yeri olduğu ve her geçen gün daha da yaygınlaştığı görülmektedir. Tüketici ihtiyaçları ve satınalma alışkanlıkları homojenleştikçe franchising sistemi dünya çapında daha fazla kabul görmekte ve geleneksel pazarlama kanallarının yerini almaktadır. Bu gelişmeleri yakından izleyen, yönetim ve organizasyon yapılanın buna göre düzenleyen işletmeler, global pazarlarda franchising sistemi ile rekabetçi üstünlük sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu sayede bir yandan yeni iş fırsatları yaratılırken, diğer yandan da tanınmış markaların yurtdışına pazarlanması imkarn doğmaktadır. Dünyadaki bu gelişmelere karşın franchising sistemi ülkemizde henüz yeterince bilİnınediği için gelişmeyen, ancak giderek önemi daha çok anlaşılan ve tercih edilen bir uygulama alanı olarak görülmektedir. Ekonomimizin belirli ölçüde istikrara kavuştuğu ve yeni girişimcilik eğilimlerinin canlandığı bu günlerde, franchising sistemini çeşitli yönleriyle tanıtmak ve franchising yoluyla işletme kurmak isteyen girişimcilere yol göstermek üzere ,yaptığım bu çalışmaınn, Franchising'le ilgili kaynaklann çeşitlendirilmesine ve ilgilenenlere faydalı olacağına inanıyorum. Bu çalışma sırasında, doğrudan yardımları olmasa da, etki ve katkılarını önemli ölçüde hissettiğim çok değerli hocalarıma ve çalışma arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Zira bazı insanların hayatımıza etki ve katkıları göründüğünden veya farkında olduğumuzdan çok daha fazla ve anlamlıdır. Kitabın hazırlanmasında sırasında gösterdiğim özen ve titizliğe rağmen bazı hata ve eksikliklerin olabileceği bilinci içerisinde, yapılacalc öneri ve eleştirilerin "daha iyi"ye ulaşma yolunda önemli ölçüde katkı sağlayacağına inaınyorum.Öğe Çok kültürlü ortamlarda halkla ilişkiler, kurumsal iletişim ve yönetim(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2005) Editör: Yayınoğlu, Pınar ErarslanBu kitap, halkla ilişkiler ile kültürlerarası çalışmalar etkileşiminin öneminden yola çıkarak bu iki kavramın kesişme noktasındaki konuları, ağırlıklı olarak çok uluslu işletmeler zemininde, ancak esnek ve çeşitli ilgi alanları içinde ele almıştır. Kültürel farklılıkların hem uluslar, hem de örgütler açısından ilgi çekmesinin ve bu konu üzerinde çalışılmaya başlanmasının pek de yeni olduğu söylenemez. Daha 1960'ların sonlarında Geert Hofstede tarafından uzun soluklu ve geniş ölçekli çalışılan bu konu, daha sonraları yalnızca toplumlararası inceleme alanı olarak değil, örgüt düzeyinde bir yönetimbilimi konusu olarak da gelişti. Paralel olarak yönetim işlevlerinin bir çoğu için kültürel çeşitlilik ve farklılık temelindeki incelemeler yayıldı. Konunun okuyucuları da zaman içinde hızla arttı. Diğer yandan halkla ilişkiler de, profesyonel bir meslek, meşguliyet olarak dünyada yayılırken bir yandan da halkla ilişkiler literatürü oluşmaya başlamıştı. Dünya çapındaki bu literatürde, farklı toplumlar arasında bu mesleğin nasıl yürütüldüğü, özellikle Batılı çok uluslu işletmeler ölçeğinde ele alınmaya başlandı. Bu kitaptaki bölümler spesifik olarak çok uluslu örgütler düzeyinde ve yönetimbilimi ihtiyaçları çerçevesinde konulara odaklanmıştır. Adına; halkla ilişkiler, kurumsal iletişim ya da sadece iletişim yönetimi denilen bu işlevin, gerek kültür, gerek farklı kültürler yaklaşımları ile etkileşimi ve doğan sonuçları bu kitabın bölümlerinde yer almıştır. Yazarlar kültür terimini tek bir tanım çerçevesinde ele almamışlar, diğer yandan, çok kültürlü ortamların tipik temsilcisi olan çok uluslu işletmeler zemininde ortak bir noktayı oluşturmuşlardır. Kitaba katkıda bulunanların tamamı akademisyendir ve iletişim, işletme, dil ve kültürel antropoloji eğitimiyle başlayan akademik yolculukları, her birinin iletişim alanında çalışmaya yönelmeleri ve devam etmeleri sonucunda yollarının kesişmesini sağlamıştır. Bu kitap amprik çalışmaları değil, kuramsal incelemeleri içermektedir. Kitabın içeriği; çok kültürlü ortamlarda halkla ilişkiler konusuna kültürel bir bakış açısı ile kavramsal çerçeve çizdikten sonra, kültürlerarası iletişimin ve etkileşimin geniş uygulama örneklerinin yaşandığı çok uluslu işletmeler zernininde farklı temaları gözden geçirmeye ayrılmıştır. Böylece, Türkiye'deki halkla ilişkiler literatürüne bu konuda bir yayın daha katarak gelecekteki incelemeler için bir gündem oluşturma olanağı sağlanması umulmuştur. Bu çalışmanın tamamlanabilmesi için bir çok kişi önemli rol oynadı. Öncelikle, bu çalışmaya inanarak heyacanımızı paylaşan ve yayımıanma olanağı için yol açan İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı ProfDr. Jale Sarmaşık'a ve kitabın hasılınası için tereddütsüz destek vererek çalışmanın hayata geçirilmesini sağlayan İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörlüğü'ne ve Yayın Komisyonu Başkanlığı'na teşekkür borçluyuz. Son olarak ise çabaları ve editoryal süreçteki sabırları için bu kitabın oluşmasına katkıda bulunan yazariara teşekkür etmek isterim.Öğe Türk-İsviçre banka hukuku haftası(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2004) Hazırlayan: Yüksel, Sinan; Hazırlayan: Şensöz, Ebru; Hazırlayan: Ayoğlu, Tolga; Hazırlayan: Aktepe, Sezin; Hazırlayan: Özbilen, Arif BarışMali sektör, sermaye birikiminin verimli kaynaklara yönlendirilmesini sağlayan, dolayısıyla ekonomik büyüme sürecini doğrudan etkileyen önemli bir sektör olarak ülkemizde kaydedilen gelişmelere rağmen, 1990 yılından itibaren, topluma gerçekten ekonomik ve sosyal sorunlarla yüklü bir on yıla damgasını vurmuştur. 1990'lı yıllarda bankerler hizi ile başlayan, 1994, 2000 ve 2001 yıllarındaki krizierin yarattığı fakirleşme ve işsizlik sorunu henüz tam olarak çözülmüştür denilemez. Toplum bankerzede veya bankazede olan mudilerin acıldı öykülerini, sokak eylemlerini unutmadı. Türkiye'de mali sektör ve onun motor gücü olan Bankalara ilişkin hukuksal düzenlemeler de yaklaşık 15 yıl içinde bir çok değişikliğe uğramış, ama o ölçüde de başarısız sonuçlar yaşanmıştır. Ulusal ekonomilerin rekabet gucunu arttırınayı amaçlayan AB, İMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi uluslararası kuruluşlar tarafından geliştirilen yeni politikalar, finansal sektörün de liberalleşmesi sonucunu doğurmuştur. Teknolojik gelişme ile bütünleşen sermayenin serbest hareketi, finansal piyasalarda yaşanan herhangi bir krizin uluslararası mali piyasaları etkileyecek bir boyut kazanınasma neden olduğu, yaşanan örneklerle ortaya çıkmıştır. Bu gerçek, uluslararası finans çevrelerinin yeni finansal standartlar belirlemesi sonucunu doğurmuştur. Türkiye de bu standartiara uymak zorundadır. Ülkemizde 1980' den sonra uygulanmaya başlayan liberal politikalarla bağlantılı olarak önemli değişikliklere uğrayan ve bir dinamizm kazanmış olan mali sektör ve özellikle bankaların, amacına uygun şekilde hizmet vermesini sağlamaya yönelik olarak ı 985 'de kabul edilen 3182 sayılı Bankalar Kanunu ve dört değişikliği, finans sektöründe yaşanan sıkıntıları çözmeye yetrnerniştir. ı 999' da yenilenen Bankalar Kanunu ve değişikliklerine dayalı uygulamalar, ekonominin ve dolayısıyla toplurnun en sancılı konularından biri olarak gündernin baş köşesine oturmuştur. 2000'li yıllarda fona devredilen bankalar karnuya milyarlarca dolar yük getirmekle kalmamış, pek çok sosyal ve ekonomik sorunu da beraberinde getirmiştir. Bankalara ilişkin düzenlernelerin iki temel amaca dayandığı bilinmektedir. Bunlar, bankalara tevdi edilen tasarrufların korunması ve toplanan tasarrufların etkin şekilde ekonominin ihtiyaçlarına uygun olarak kullanılmasını sağlanmasıdır. Bu seminerde tartışılacak olan Finansal Hizmetler Kanun Tasarısı Taslağı'nda önceki düzenlemelerde olduğu gibi bankaların kuruluşu, yönetimi, çalışma esasları, denetim ve gözetimi ve benzeri esasların yanmda finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması, mali sektörün gelişınesi ve tasarı-uf sahiplerinin hak ve ınenfaatlerinin korunınası esas alınmıştır. Finansal Hizmetler Yasa Tasarısı Taslağı 'nda, daha önce olduğu gibi bankaların denetim ve gözetiminin siyasi iktidarın etkilerinden uzak, bağımsız karar alma yetkisine sahip, idari ve mali özerkliğe sahip Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 'nda bulunması öngörülmüştür. Bu yapı AB ve uluslararası standartiara uygun bir yapıdır. BDDK ve TMSF fona devredilmiş olan onlarca banka ile ilgili sorunlar nedeniyle yıllardan beri kamuoyunun bir numaralı gündeminde olan kuruluşlar olmuştur. Yeni Finansal Hizmetler Yasa Tasansı Taslağı, zora düşen bankalar için fona devredilme olayını ortadan kaldırırken, bireysel haklan koruyan, ekonomi ve finans sektörünün gelişmesine ivme kazandıran güvenli ve istikrarlı bir yapı oluşturmak zorundadır.Ekonomimizin yeni bir, fona devredilmiş bankalar sorununu taşıma gücü olmadığı bilinci ile hazırlanmış olan Yasa Taslağı'nın bu seminerde olumlu ve olumsuz yönleri ile değerlendirilmesinin önem taşıdığını vurgulamak istiyoruz. Bu toplantının düzenlenmesinde bize her türlü desteği veren İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Sayın Prof.Dr.Sait Sevgener' e ve Galatasaray Üniversitesi Rektörü Sayın Prof.Dr.Duygun Yarsuvat'a teşekkürü borç biliyorum.Öğe Olasılık(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2004) Hazırlayan: Turanlı, Münevver; Hazırlayan: Özden, Ünal H.; Hazırlayan: Deniz, ÖzlemKüme kavramı ilk olarak Alman matematikçi George Cantor tarafından 1879 yılında ortaya konmuştur ve yarım yüzyılda, matematiğin önemli kavramlarından biri haline gelmiştir. Genel olarak tüm matematik konulan son zamanlarda küme kavramı ile ilişkilendirilerek anlatılınaya başlanmıştır. Bu nedenle kümeler ve kümelerle ilgili tanımlamalar olasılık teorisinin açıklanmasında önemli bir yer tutar. Bu nedenle, bu bölümde küme kavramı ve kümlerle ilgili açıklamalara yer verilecektir.Öğe İnsan kaynakları yönetimi: Japonya modeli(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2004) Hazırlayan: Kurtulmuş, NumanGünümüzde artık sadece doğal kaynaklar bakımından, ya da teknoloji veya sermaye açısından üstün olmak yeni ekonominin son derece hızlı gelişen şartları içerisinde başarı sağlayabilmek için tek başına yeterli olmuyor. Bundan yirmi, yirmibeş yıl önce belki durum böyleydi. Ancak, yirmibirinci yüzyılın küresel rekabet ortamı iş hayatında ve genelde yönetirnde kurumların "görünmez varlıkları" olarak kabul edilen insan kaynaklarını ve kurum yapısını en önemli güç olarak ortaya çıkarıyor. Bilgili, becerili, tecrübeli, yetenekli, gelişmeye ve yeniliklere açık insangücüne sahip olmak kuşkusuz paha biçilemez bir büyük güç kurumlar için. Ancak, bu üstün nitelikli insangücünün varlığı da başarının sağlanması için tek başına yeterli değil. Bu nitelikli insan kaynağının sürekli gelişmesini sağlayacak ve etkinliğini arttıracak kurumsal yapının da oluşması vazgeçilmez başka bir unsur. İşte, günümüz iş dünyasının görünmez varlıklanı bunlar; nitelikli insan kaynakları ve gelişmeye açık kurum yönetimi. Bu bakımdan, insan kaynakları yönetimi son yıllarda giderek önemi artan bir alan olarak ilgi çekmeye devam ediyor. Özellikle, 1970'lerin başındaki petrol krizleri ile iktisaden gelişmiş ülkeler, sanayileşme süreçlerinde elde ettikleri başarının artık bilinen yöntemlerle sürdürülemeyeceğinin farkına vardılar. Sanayi toplumlannın tüketim ve buna bağlı olarak gelişen büyük kitlesel üretimler dönemi özellikle Batı toplumları için büyük bir refah dalgasım ortaya çıkarmıştı ve bu dönem bir anlamda Batı'nın 'altın çağı' olmuştu. Ancak, petrol krizlerine kadar sanayileşmenin altın dönemlerinde petrolü ucuza kapatmayı başarmış olan Batılı ülkeler, petrolün petrol ihraç eden ülkeler tarafından ekonomik bir silaha dönüştürülmesi çabaları sonucu bir anda yüksek fiyatlar dolayısı ile anormal şekilde artan üretim maliyetleri ile karşılaştılar. Bu durum, Batı dünyası ve özellikle ikinci dünya savaşından sonra kurulan yeni dünya sisteminin egemen gücü ABD açısından önemli sorunları da ortaya çıkarmaya başlamıştı. İşte, o tarihlerden itibaren Batı dünyası 'nasıl olur da liberal kapitalist sistem kendi içerisinde kendisini yenileyebilir' ve 'sanayi toplumlarının sağladığı refahı bir şekilde yeniden sürdürebiliriz' gibi temel soruların cevabını bulmaya çalışmıştır. Yüksek teknolojilerin geliştirilmesi, bilgi ekonomisinin doğuşu, sanayi ötesi ekonomilere geçiş ve küreselleşme süreçlerinin ortaya çıkışı bu sorulara verilen cevaplarlada ilgilidir. Bütün bu gelişmelerin yanısıra, Japonya'nın ikinci dünya savaşı sonrası inanılmaz bir hızla yükselişi ve 1980'lere gelindiğinde dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmesi yeni ekonominin küresel rekabet ortamında 'daha etkin' yönetim arayışlarını zorunlu kıldı. Bu açıdan bakıldığında, Japon yönetim sistemi ve özellikle başarılı ve etkin insan kaynakları yönetimi Batı ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada büyük bir ilgi gördü. İşbirliği esasına dayalı yönetim, yüksek kaliteli- düşük maliyetli ürünler, iş sırasında sürekli eğitim, işe bağlılık, grup kültürü gibi yeni yönetim anlayışlarının temel uygulamlarında Japon sisteminin büyük etkisi oldu. 'Japonlar neden bu kadar başarılı oldular' sorusuna verilen yanıtlar insan kaynakları yönetimindeki etkinliklerine işaret ediyordu. Kuşkusuz, Batılı ve Japon yönetim anlayışlarının bir çok farklılıkları olduğu gibi insangücü bakımından da çok önemli farklılıkları var. Örneğin, bir Japon 'mesleğiniz nedir' diye sorulursa çalıştığı işyerinin ismi ile mesela, 'Toshiba'da çalışıyorum", bir batılı ise, "makina mühendisiyim" diyerek cevap verir. Yine, Batılı bir çalışan görev tanımlarının gerektirdiği alanın dışında işyerinde hemen hemen hiç bir konu ile ilgilenmezken, Japonlar kendilerini işyerindeki bütün süreçlerden sorumlu hissederler. Ürettiği mikroçiplerdeki hata oranlarınn çok yüksek olmasının nedenini bir türlü çözerneyen Kumarnato fabrikasındaki sorunu 18 yaşındaki küçük bir bayan işçinin çözmesi bu konuda önemli bir örnektir. Bu genç kız bir gün evinden fabrikaya gelirken fabrikanın yakınından geçen hızlı trenlerin neredeyse hissedilmez ama güçlü titreşimlerinin çipierin hassaslığını bozabileceğini farkederek, bunu çalıştığı bölümün başkanına iletir ve yapılan testler sonucu gerçekten hatanın bundan kaynaklandığı tespit edilir. Ancak, kültür ve insangücü farklılıklarına rağmen Japon insan kaynaklan yönetimi bir çok alanda tüm dünyadaki uygulamaları büyük ölçüde etkilemiştir. Özellikle 1980 ve 1990'lı yıllar Japon sistemine büyük bir ilginin, olduğu yıllardı. Günümüzde de, bu ilgi devam etmektedir. Japonlar "yüksek kaliteli- düşük maliyetli" ürünleri küresel pazarlara sürmeye devam ettikçe bu ilgi de sürecek gibi görünüyor. Bunda kuşkusuz yönetimin uluslararası bir nitelik kazanmasının payı da vardır. Ülkemizde de, yıllardır Japon yönetim sisteminin etkileri gözlenmekte, bir çok büyük işyerinde kalite çemberlerinden, ortak damşma komitelerine kadar çoğu uygulamada Japon insan kaynaklan yönetiminin yöntemlerinden yararlanılmaktadır. Bu kitap, insan kaynaklan yönetiminde Japon sisteminin kültürel ve kurumsal yönlerini inceleyerek, bunlardan günümüzde ne ölçüde faydalanabileceğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Umarım bu çalışma, insan kaynakları yönetimi ile ilgilenen akademisyenler ve uygulamacılann yaradanabiieceği bir eser olur.Öğe İnsan hakları hukuku ve kadın(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2002) Hazırlayan: Dinçkol, Bihterin Vuralİnsan hakları hukuku son elli yıl içinde büyük bir gelişme gösterdi. İnsan haklarının tanınması ve yargısal korunması uluslarüstü bir nitelik kazandı. Bu gelişmenin kadınların insan haklarına yansıması kaçınılmazdı. Bu yönde bir gelişme bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'nin de gündemine oturdu. Konu üniversitelerimizin de bilimsel çalışma alanına girdi. İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi olarak, 14 Mart 2002 ve 2 Mayıs 2003 tarihlerinde kadınların insan haklarını konu alan iki kapsamlı toplantı düzenlenleyerek, yeni Medeni Kanun ve Yeni Ceza Kanunu Tasansı ile ilgili görüşlerin ve eleştirilerin diğer konularla birlikte ele alınmasını sağladık Türkiye'de Kadın Sorunları, İnsan Hakları Hukuku ve Kadın başlıklarını içeren iki değerli çalişınayı birlikte bir kitap halinde yayınlayarak kamu oyunun bilgisine sunmayı görev bildik. Metinleri yayma hazırlayan Fakültemiz öğretim üyesi Prof. Dr. Bihterin Vural Dinçkol'a ve kendisine yardımcı olan fakültemiz öğretim elemanı genç arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Toplumsal olanaklardan eşitlik içinde yaradanamayan kadınlarımızın konumunu yükseltmek amacıyla, her yıl kadın sorunlarına ilişkin bir bilimsel toplantı yapılmasına karar veren üniversiteınİzin değerli Rektörü Sayın Prof. Dr. Sait Sevgener'e gösterdikleri duyarlılık ve verdikleri destek için teşekkürü borç biliyorum.Öğe Dünyada ve Türkiye'de serbest bölge ve kıyı bankacılığı(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2003) Hazırlayan: Sunguroğlu, AyşeGloballeşen dünya da her geçen gün önemi artan serbest bölgeler bir ülkenin ulusal sınırları içinde olmakla birlikte, vergi ödeme mükellefiyeti açısından gümrük sınırlarının dışında kalan ve sınai, ticari faaliyetlerin ülkenin diğer yörelerine göre teşvik edildiği bölgeler olarak tanımlanmaktadır. Mal ve hizmet akışının alışılagelmiş teknikler dışında cereyan etmesi ve ülke sınırları dışına çıkarak daha karmaşık hal alması, ülkeleri dünya ticaretinden pay alabilmek için yeni uygulamalar bulmaya yönlendirmektedir. Türkiye'de 18, dünyada ise 105 ülkede 880'e ulaşan serbest bölgeler (1997 WEPZA verilerine göre) bu açıdan bakılırsa aslında bir çeşit teşvik tekniği olarak da nitelendirilebilir. Ülkemizde Serbest Bölgeler Kanunu'nun 1985 yılında yürürlüğe girmesiyle beraber dünya serbest bölge uygulamalarında yer alan imkan ve teşviklerin kurulacak serbest bölgeler içinde tanınması sağlanmıştır. 1980'li yıllarda başlayan dışa açılırncı politikalar gereği serbest bölgelere önem verilmeye başlanması ve buraların dışa açılabiiinecek kapılar olarak düşünülmesi bankacılık sektörünün de bu bölgelerden ayrı düşünülemeyeceğini ortaya koymuştur. Türkiye'de Serbest Bölge Bankacılığı; Türkiye'de faaliyette bulunan bankaların serbest bölgelerde şube açması 1985 yılı Serbest Bölgeler Kanunu ile mümkün olmuştur. Ancak , bu kapsamdaki banka şubeleri aynı zamanda Bankalar Kanunu'na tabi olarak çalışmaları gerektiğinden 1990 yılındaki Kıyı Bankacılığı Kanunu'ndan çok farklı bir yapıya sahip olarak çalışmaya başlamışlardır. Bu kapsamda bir dönem bölgedeki banka şubeleri munzam ve disponibiliteye tabi olmazken 1995 yılında bu kapsam içine alınmışlardır. Yine bir dönem yurtdışı uyruklu özel ve tüzel kişiliklere hizmet verilebilİrken daha sonra uygulama devam ettirilmemiştir. Son gelişme Serbest Bölgeler Kanunu ve tabi uygulama esasları 1999 yılındaki Serbest Bölgeler Bankalar Duyurusu ile netleşmiştir. Türkiye'de Kıyı Bankacılığı; 1990 yılındaki kanun kapsamı Ülkemizde faaliyette olmayan yabancı bankaların şube açması ve 1 veya banka kurulması imkanı tanınmıştır. Bu kapsamdaki banka ve 1 veya şubeler sadece yurtdışına çalışabilmekte, tüm kanunlara olduğu gibi Bankalar Kanunu'na da tabi değildirler. Bu konuda uygulama henüz başlamamıştır.Öğe Çek Hukukunun Güncel Sorunları(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2002) Hazırlayan: Dinçkol, AbdullahTürk Ticaret Kanunu'nun, "Kıymetli Evrak" kitabında, "Kambiyo Senet/en" arasında düzenlenmiş bulunan "Çek'; diğer kambiyo senetleri olan poliçe ve bonodan farklı olarak bir kredi aracı değil, bir ödeme aracıdır. Bu şekliyle de, çeke olan güvenin artırılması sorunu, hukukumuzun ve aynı zamanda ticari yaşamın en önemli sorunlarından birisi olagelmiştir. Bu bağlamda 1985 yılında "Yasama Organı"nca hukuk hayatımıza yerleştirilen 3167 Sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun'la "karşılıksız çek" bir şekli suç haline getirilmiştir. Kanunun 16. maddesi ile, kısmen veya tamamen karşılığı bulunmayan ve o nedenle ödenmeyen çek dolayısıyla bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Çekin bu niteliği onu ticari yaşamın garantili bir aracı haline getirmiş, tacirler ve ticaret şirketleri diğer kambiyo senetleri yerine sadece çekle çalışmaya başlamışlardır. Bu şekilde çek, bir ödeme aracı olmasının dışında, bir kredi aracı haline de gelmiştir. Bu arada Yasama Organı, Anayasamızın 38. maddesine bir fıkra ekleyerek, hiç kimsenin yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğünü yerine getirememesi nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağını öngörmüştür. Bu hükmün sonrasında Yargıtay dahil tüm yargı mekanizması, karşılıksız çek sebebiyle verilen hapis cezalarının bir yasal düzenlemeyle kaldırılacağı düşüncesi ile bekleme içine girmiştir. Hatta aynı konuda Anayasa Mahkemesi önüne getirilmiş onlarca "anayasaya aykmlık' iddiası bulunmaktadır. Bu süreçte 3167 Sayılı Kanun'un da değiştirilme çalışmaları kamuoyuna yansımıştır. İşte bu noktada sadece bir lisans eğitim ve öğretimini amaçlamayan İstanbul Ticaret Üniversitesi, toplumsal eğitimin hukuk alanında da bir parçası olma hedefi ile İstanbul Ticaret Odası'nın işbirliğinde "Çek Hukukunun Güncel Sorunları" nın belirlenmesi ve çözüm yolları ile yasama organına veriler sunmayı düşünmüştür. Bu bağlamda Üniversitemiz Hukuk Fakültesi'nce organize edilen bir sempozyumla, başta Adalet Bakanımız Sayın Prof. Dr. Hikmet Sami Türk olmak üzere, 3167 sayılı Kanun'un değiştirilmesini sağlayacak komisyonda görev yapan değerli bilim adamlarının, Yargıtay'ın ve Adalet Bakanlığı'nın değerli daire başkan ve üyelerinin görüşlerinin kamuoyuna sunulması amaçlanmıştır. Kanun çalışmalarının sürdüğü şu günlerde bu konudaki görüş ve tartışmaların bir arada yayınlanması uygulamacılara da büyük yarar sağlayacaktır. Bu sempozyuma katılarak değerli görüşlerini sunan Adalet Bakanı Prof. Dr. Sayın Hikmet Sami Türk ile sempozyumun hazırlanmasındaki büyük yardımları ve sempozyum sırasındaki katkıları sebebiyle ilgili kanun komisyonunun başkanı Sayın Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer'e, sempozyuma bildiri ve görüşleri ile katkıda bulunan değerli bilim adamlarına, Yargıtay'ın değerli daire başkan ve üyesine, Adalet Bakanlığı'nın Değerli Genel Müdür ve Daire Başkanına ve tüm katılımcılara özellikle teşekkürü bir borç kabul etmekteyim. Ayrıca bu sempozyumun gerçekleştirilmesindeki öncü çabaları sebebiyle Hukuk Fakültesi Dekanımız Sayın Prof. Dr. Nuri Çelik ve Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Abdullah Dinçkol'u kutlarım. Bu sempozyum, İstanbul Ticaret Odası'nın maddi ve manevi katkıları ile gerçekleşmiştir. Sempozyumun gerçekleşmesinde bizi destekleyen İstanbul Ticaret Odası Yönetimine Üniversitemiz adına şükranlarımızı sunmak, büyük sevincimi oluşturmaktadır. Sempozyumun bir kitap haline gelmesi de yine İstanbul Ticaret Odası'nın değerli elemanlarının katkıları ile mümkün olmuştur. İstanbul Ticaret Üniversitesi, toplumsal görevinin bilincinde olarak, benzer etkinlikleri çeşitli kurum ve kuruluşlar ile işbirliği içinde aynı şekilde sürdürecektir. Bu sempozyum ve yayının resmi ve özel kuruluşlar başta olmak üzere tüm ilgililere faydalı olmasını dilerim.