İnsan kaynakları yönetimi: Japonya modeli
Yükleniyor...
Tarih
2004
Yazarlar
Dergi Başlığı
Dergi ISSN
Cilt Başlığı
Yayıncı
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Erişim Hakkı
info:eu-repo/semantics/openAccess
Özet
Günümüzde artık sadece doğal kaynaklar bakımından, ya da teknoloji veya sermaye açısından üstün olmak yeni ekonominin son derece hızlı gelişen şartları içerisinde başarı sağlayabilmek için tek başına yeterli olmuyor. Bundan yirmi, yirmibeş yıl önce belki durum böyleydi. Ancak, yirmibirinci yüzyılın küresel rekabet ortamı iş hayatında ve genelde yönetirnde kurumların "görünmez varlıkları" olarak kabul edilen insan kaynaklarını ve kurum yapısını en önemli güç olarak ortaya çıkarıyor. Bilgili, becerili, tecrübeli, yetenekli, gelişmeye ve yeniliklere açık insangücüne sahip olmak kuşkusuz paha biçilemez bir büyük güç kurumlar için. Ancak, bu üstün nitelikli insangücünün varlığı da başarının sağlanması için tek başına yeterli değil. Bu nitelikli insan kaynağının sürekli gelişmesini sağlayacak ve etkinliğini arttıracak kurumsal yapının da oluşması vazgeçilmez başka bir unsur. İşte, günümüz iş dünyasının görünmez varlıklanı bunlar; nitelikli insan kaynakları ve gelişmeye açık kurum yönetimi. Bu bakımdan, insan kaynakları yönetimi son yıllarda giderek önemi artan bir alan olarak ilgi çekmeye devam ediyor. Özellikle, 1970'lerin başındaki petrol krizleri ile iktisaden gelişmiş ülkeler, sanayileşme süreçlerinde elde ettikleri başarının artık bilinen yöntemlerle sürdürülemeyeceğinin farkına vardılar. Sanayi toplumlannın tüketim ve buna bağlı olarak gelişen büyük kitlesel üretimler dönemi özellikle Batı toplumları için büyük bir refah dalgasım ortaya çıkarmıştı ve bu dönem bir anlamda Batı'nın 'altın çağı' olmuştu. Ancak, petrol krizlerine kadar sanayileşmenin altın dönemlerinde petrolü ucuza kapatmayı başarmış olan Batılı ülkeler, petrolün petrol ihraç eden ülkeler tarafından ekonomik bir silaha dönüştürülmesi çabaları sonucu bir anda yüksek fiyatlar dolayısı ile anormal şekilde artan üretim maliyetleri ile karşılaştılar. Bu durum, Batı dünyası ve özellikle ikinci dünya savaşından sonra kurulan yeni dünya sisteminin egemen gücü ABD açısından önemli sorunları da ortaya çıkarmaya başlamıştı. İşte, o tarihlerden itibaren Batı dünyası 'nasıl olur da liberal kapitalist sistem kendi içerisinde kendisini yenileyebilir' ve 'sanayi toplumlarının sağladığı refahı bir şekilde yeniden sürdürebiliriz' gibi temel soruların cevabını bulmaya çalışmıştır. Yüksek teknolojilerin geliştirilmesi, bilgi ekonomisinin doğuşu, sanayi ötesi ekonomilere geçiş ve küreselleşme süreçlerinin ortaya çıkışı bu sorulara verilen cevaplarlada ilgilidir. Bütün bu gelişmelerin yanısıra, Japonya'nın ikinci dünya savaşı sonrası inanılmaz bir hızla yükselişi ve 1980'lere gelindiğinde dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmesi yeni ekonominin küresel rekabet ortamında 'daha etkin' yönetim arayışlarını zorunlu kıldı. Bu açıdan bakıldığında, Japon yönetim sistemi ve özellikle başarılı ve etkin insan kaynakları yönetimi Batı ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada büyük bir ilgi gördü. İşbirliği esasına dayalı yönetim, yüksek kaliteli- düşük maliyetli ürünler, iş sırasında sürekli eğitim, işe bağlılık, grup kültürü gibi yeni yönetim anlayışlarının temel uygulamlarında Japon sisteminin büyük etkisi oldu. 'Japonlar neden bu kadar başarılı oldular' sorusuna verilen yanıtlar insan kaynakları yönetimindeki etkinliklerine işaret ediyordu. Kuşkusuz, Batılı ve Japon yönetim anlayışlarının bir çok farklılıkları olduğu gibi insangücü bakımından da çok önemli farklılıkları var. Örneğin, bir Japon 'mesleğiniz nedir' diye sorulursa çalıştığı işyerinin ismi ile mesela, 'Toshiba'da çalışıyorum", bir batılı ise, "makina mühendisiyim" diyerek cevap verir. Yine, Batılı bir çalışan görev tanımlarının gerektirdiği alanın dışında işyerinde hemen hemen hiç bir konu ile ilgilenmezken, Japonlar kendilerini işyerindeki bütün süreçlerden sorumlu hissederler. Ürettiği mikroçiplerdeki hata oranlarınn çok yüksek olmasının nedenini bir türlü çözerneyen Kumarnato fabrikasındaki sorunu 18 yaşındaki küçük bir bayan işçinin çözmesi bu konuda önemli bir örnektir. Bu genç kız bir gün evinden fabrikaya gelirken fabrikanın yakınından geçen hızlı trenlerin neredeyse hissedilmez ama güçlü titreşimlerinin çipierin hassaslığını bozabileceğini farkederek, bunu çalıştığı bölümün başkanına iletir ve yapılan testler sonucu gerçekten hatanın bundan kaynaklandığı tespit edilir. Ancak, kültür ve insangücü farklılıklarına rağmen Japon insan kaynaklan yönetimi bir çok alanda tüm dünyadaki uygulamaları büyük ölçüde etkilemiştir. Özellikle 1980 ve 1990'lı yıllar Japon sistemine büyük bir ilginin, olduğu yıllardı. Günümüzde de, bu ilgi devam etmektedir. Japonlar "yüksek kaliteli- düşük maliyetli" ürünleri küresel pazarlara sürmeye devam ettikçe bu ilgi de sürecek gibi görünüyor. Bunda kuşkusuz yönetimin uluslararası bir nitelik kazanmasının payı da vardır. Ülkemizde de, yıllardır Japon yönetim sisteminin etkileri gözlenmekte, bir çok büyük işyerinde kalite çemberlerinden, ortak damşma komitelerine kadar çoğu uygulamada Japon insan kaynaklan yönetiminin yöntemlerinden yararlanılmaktadır. Bu kitap, insan kaynaklan yönetiminde Japon sisteminin kültürel ve kurumsal yönlerini inceleyerek, bunlardan günümüzde ne ölçüde faydalanabileceğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Umarım bu çalışma, insan kaynakları yönetimi ile ilgilenen akademisyenler ve uygulamacılann yaradanabiieceği bir eser olur.