İTÜSBD, Cilt 23, Sayı 49, Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 23
  • Öğe
    İşletmelerde başarısızlığın tahmini sürecinde finansal sıkıntının ve dolaylı maliyetlerinin belirleyicileri: Borsa İstanbul şirketleri üzerine bir araştırma
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Atmışdörtoğlu, Aysun; Gürbüz, Ali Osman
    Finansal sıkıntı kavramı, şirketin vadesi gelen yükümlülüklerini yerine getirmesinde yaşanan güçlük olarak tanımlanmakta ve şirket başarısızlığı ile ilişkilendirilmektedir. Şirketlerin finansal yükümlülüklerini yerine getirebilir durumda oluşu ile yükümlülüklerini yerine getiremez durumda oluşu arasındaki bir noktada finansal sıkıntı yaşanmaktadır. Finansal sıkıntı süreciyle birlikte, faaliyetlerin olumsuz etkilenmesi sonucunda işletmeyi zarara uğratan hatta iflas sürecine ilişkin şirketlerin katlanması gereken sıkıntı maliyetleri ortaya çıkmaktadır. Şirketin ödeme gücünün azalmasıyla birlikte müşteri, tedarikçi ve çalışanların kaybedilmesi, satışların azalması, aşırı veya eksik yatırım problemleri, kreditörler ile ilişkilerin bozulması finansal sıkıntı maliyetlerine sebep olmaktadır. Bu çalışma, finansal sıkıntı ve maliyetlerini oluşturan süreçte finansal sıkıntı üzerinde etkili olan rasyoların tespitine odaklanmaktadır. Bu amaçla, finansal sıkıntı tahmin yöntemleri hakkında literatürdeki çalışmalara da yer verilerek Altman Z’-skor ile Borsa İstanbul şirketleri üzerine bir araştırma yapılmıştır. Borsa İstanbul bünyesinde sektör ayrımı gözetmeksizin sadece finansal sektörlerde faaliyet gösteren şirketler modelin dışında tutularak tüm sektörler için 2010-2022 dönem aralığını kapsayacak şekilde en güncel tarihli veri seti ile çalışılmıştır. Modele dahil edilen toplam 235 şirketin seçilmiş 35 farklı finansal rasyosu analize dahil edilmiştir. Altman Z’-skor kullanılarak finansal sıkıntı yaşayıp yaşamadığı tespit edilen şirketlerin sıkıntı yaşadığı dönemlerde hangi finansal rasyoların bu durumda etkili olduğu araştırılmıştır. Çalışmanın sonucunda, kaldıraç oranı, kısa vadeli borçlar, satışlarda yaşanan değişim ve işletme sermayesinin toplam varlıklara oranının finansal sıkıntı olasılığının artması üzerinde olumsuz yönde bir etkisi olduğu kanıtına ulaşılmıştır. Amaç: Şirketlerin finansal sıkıntı durumunun tespiti ve sıkıntı yaşadıkları dönemde hangi finansal rasyoların sıkıntı olasılığı üzerinde etkili olduğunun belirlenmesi amaçlanmaktadır. Yöntem: Borsa İstanbul bünyesinde faaliyet gösteren şirketlerin finansal verileri, Thomson Reuters Eikon ve Matriks veri terminalleri üzerinden elde edilmiş ve işlenerek modelde kullanılacak rasyolar haline dönüştürülmüştür. BİST bünyesinde sektörel ayrım gözetilmeksizin seçilmiş, finansal sektörler dışında faaliyet gösteren 235 şirket için 2010-2022 dönem aralığında Altman Z’-skor kullanılarak finansal sıkıntı durumu ve sıkıntı dönemleri tespit edilmiştir. Şirketlerin finansal sıkıntı durumlarının dönemsel tespiti sonrası seçilmiş 35 farklı finansal rasyo EViews 8 ve Stata 14.2 programları kullanılarak istatistiksel ve ekonometrik analizlere tabi tutulmuştur. Bu analizler sonucunda hangi rasyoların anlamlı, hangilerinin anlamsız olduğu, anlamlı bulunan rasyoların finansal sıkıntı olasılığı üzerindeki etkisi ve sektörel etkileri incelenmiştir. Bulgular: Bu çalışma sonucunda elde edilen bulgular, literatürde finansal sıkıntı ve maliyetleri ile ilişkilendirilen kaldıraç oranı, kısa vadeli borçlar ve satışlardaki azalmanın etkisi olduğunu kanıtlar niteliktedir. Özgünlük: Bu çalışmada finansal sıkıntı kavramı, sektörel ayrım gözetmeksizin Borsa İstanbul bünyesinde faaliyet gösteren finansal alanlar dışındaki tüm sektörleri içine alacak şekilde ve 2010-2022 güncel dönem aralığını kapsayan veri seti ile analiz edilmiştir. Finansal sıkıntı üzerinde etkili olan oldukça fazla sayıda 35 farklı rasyo seçilerek, Altman tarafından ikinci versiyon olarak tasarlanan Altman Z’-skor kullanılarak analizler yapılmıştır.
  • Öğe
    Ruh sağlığı yasa taslağı ışığında psikiyatri hastalarında koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması -istemsiz yatış ve zorla tedavi-
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Törenli Çakıroğlu, Maral
    Anayasa’nın 19. maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 5. maddesine paralel olarak düzenlenmiş olan “kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı” kuşkusuz yaşama hakkına anlam katan kişinin en temel haklarındandır. Bir kişiyi hasta olsun veya olmasın özgürlüğünden mahrum etmek, hürriyetini kısıtlamak ve kendi isteği ve rızası hilafına tıbbi müdahalede bulunmak hukuka aykırıdır. Kişilerin kendi geleceklerini belirleme hakkına ve beden bütünlüğüne saygı gereği her tür tıbbi girişim öncesi kendilerinden rıza alınması hem yasal hem de etik açıdan bir zorunluluktur. Ancak, bazı istisnai durumlarda kanunun cevaz verdiği müddetçe kendileri ve toplum için tehlike oluşturan kişilerin kendi istekleri dışında zorla bir kuruma yerleştirilmeleri ve tedavi edilmeleri yasalarca uygun görülmektedir. Kaynak İsviçre Medeni Kanunu’ndan (İMK) yeni Türk Medeni Kanunu’na (TMK) aktarılan “Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması” kurumunu düzenleyen TMK 432 ve devamı maddelerinde kimlerin, hangi koşullarda rızaları hilafına elverişli bir kuruma yerleştirilebilecekleri veya alıkonabilecekleri tahdidi olarak sayılmış ve düzenlenmiştir. Akıl hastalığı veya zayıflığı olanlar bahsi geçen koşulların varlığı halinde istemleri dışında zorla kuruma yatırılacak ve tedavileri yapılabilecektir. Zihinsel ve ruhsal engelli bireyler yüzyıllar boyunca tehdit unsuru olarak görüldüklerinden mümkün olduğu kadar toplumun dışında tutulmuşlardır. Bu kişilerin ne şekilde aydınlatılmaları gerektiği ve rızaları hilafına, hangi koşullarda kuruma yatırılabilecekleri ve zorla tedavi edilebilecekleri konusuna ilişkin tartışmalar devam etmektedir. TMK hükümleri bu tartışmalara cevap vermek için yetersiz kalmaktadır. Konunun etraflıca değerlendirilip istemsiz yatış ve zorla tedavinin yasal dayanağa oturtulması zorunludur. Kişilerin rızaları hilafına kuruma yerleştirilmeleri, alıkonulmaları suretiyle özgürlüklerinin kısıtlanması ve zorla tedavi edilmeleri, özgürlük haklarına ve beden bütünlüklerine karşı ağır bir müdahale oluşturmaktadır. Bundan dolayı konu hem hukuki açıdan hem de tıp etiği açısından önemli tartışmalara neden olmaktadır. Bu kişilerin psikiyatri hastası olmaları bu gerçeği değiştirmez. Çalışmamızda öncelikle psikiyatride zorla yatış ve zorla tedavi kavramlarından, yasal düzenlemelerden ve psikiyatri hastalarında “Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması” şartlarından bahsedilecek olup son olarak da psikiyatri hastalarında aydınlatılma ve rızanın özelliklerine değinilecektir
  • Öğe
    Türkiye’deki Suriyeli mültecilere yönelik entegrasyon politikaları: çekingen ve merkeziyetçi yaklaşımlar
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Biriz Karaçay, Ayşem
    Amaç: Arap devrimlerinin etkisiyle gerçekleşen gösteri ve protestolarla Mart 2011'de patlak veren Suriye iç savaşı, Suriye halkının önce Lübnan, Türkiye ve Ürdün gibi komşu ülkelere, ardından başta Avrupa olmak üzere dünyanın dört bir köşesine sığınmalarına neden oldu. Suriyelilerin Türkiye topraklarına sığınma talebinde bulunmasıyla, Türkiye mülteci politikaları bağlamında yeni bir döneme girdi. Türkiye geçici olduğunu varsaydığı bu kitlesel göç hareketi için önce “misafirperverliğe” dayalı pozitif bir söylem geliştirdi. Sayıların artmasıyla, Türkiye Suriyelilerin kalıcılığına yönelik politikaları gözden geçirmek durumunda kaldı. Bu derleme makale 2011’den bugüne Türkiye’deki Suriyeli mültecilere uygulanan entegrasyon politikalarının genel bir değerlendirmesini yaparak, bu politikaları üç dönem etrafında incelemeyi amaçlamaktadır: sürekli geçiciliği hazırlayan dönem; sürekli geçiciliği devam ettiren çekingen/utangaç entegrasyon ve sürekli geçiciliği kalıcılaştıran merkeziyetçi entegrasyon. Yöntem: Bu derleme makalede ikincil kaynaklar ayrıntılı olarak incelenmiş, entegrasyon politikaları eleştirel bir perspektifle yeniden irdelenmiştir. Bu amaçla akademik literatür taranmış, kamu kurumları, çeşitli kuruluşlar ve STK’ların güncel raporları kullanılarak entegrasyon politikalarına yeniden bir bakış sağlanmıştır. Bulgular: 2011 yılından itibaren Suriyelilerin gelişiyle birlikte, Türkiye dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumundadır. Bu kitlesel göç hareketiyle Türkiye bir yandan eski söylem ve uygulamalarını devam ettirmiş, bir yandan da yeni politikalara duyulan ihtiyaca önce “kısmi ve çekingen” sonra “merkeziyetçi” uygulamalarla cevap vermiştir. Daha çok AB fonlarıyla şekillenen ve araçsallaştırılan bu politika ve uygulamalar çekingenlik ve merkeziyetçilik ekseninde salınırken, Suriyelilerin “sürekli geçiciliği” ve giderek artan “mülteci karşıtlığı” Türkiye’nin kabul ve entegrasyon kapasitesini zorlamaktadır. Sonuç olarak, entegrasyon politikalarında, merkezi yönetim, etkin yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleriyle iş birliğinin daha çok geliştirilmesi, çok katmanlı bir göç yönetişiminin önünün açılması, merkezden tabana giden uygulamaların, tabandan şekillenebilmesi için oldukça önemli bir fırsat sağlayacaktır. Özgünlük: Bu makale, Türkiye’de Suriyelilere yönelik entegrasyon politikalarındaki dönüşümü üç dönem üzerinden irdelemiş, Türkiye’nin uygulamalarındaki süreklilikleri ve kırılmaları yeniden ele alarak göç çalışmalarına özgün bir katkı sunmuştur.
  • Öğe
    Sigorta uyuşmazlıklarında arabuluculuk ve tahkim kurumlarının karşılaştırılması ve uyuşmazlıkların çözümüne etkisi
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Çavdar Kısacık, İlknur; Şensöz Malkoç, Ebru
    Teknolojide meydana gelen gelişmeler insanlar arasındaki etkileşimi artırırken diğer yandan kişiler arasında yaşanan uyuşmazlıkların sayısında da artış meydana gelmiştir. Söz konusu uyuşmazlıkların çözümünde klasik yöntem olan dava yolunun yanı sıra çeşitli nedenlerle alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin tercih edilmesi gündeme gelmektedir. Bu sebeplerden ilki mahkemelerdeki iş yükünün artmış olmasıdır. İş yükünde meydana gelen artış yargılama sürecinin de uzamasına neden olmakta ve birçok masrafı da beraberinde getirmektedir. Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri yargı yoluna nazaran tarafların arasındaki uyuşmazlığın daha hızlı ve ekonomik yoldan çözüme kavuşmasını sağlamaktadır. Sigorta uyuşmazlıkları bakımından da yargı yolunun uzun sürmesi, hak sahibinin hakkına uzun sürede kavuşması gibi nedenlerle alternatif çözüm yollarının tercih edilmesi gündeme gelmiştir. Sigorta uyuşmazlıklarının alternatif yollar ile çözülmesinde önemli olan iki kurumdan biri arabuluculuk diğeri ise tahkimdir. Temelde aynı mantık üzerinden her iki kurumun da amacı daha hızlı ve ekonomik yolla uyuşmazlıkların çözüme kavuşmasını sağlamaktır. Fakat uyuşmazlığın çözülmesindeki süreç her iki kurumda da farklı şekilde seyretmektedir. Her iki kurumun da birbirlerinden ayrılan bu yönleri çalışmamızda mukayese edilmiş ve sigorta uyuşmazlıklarının çözümüne etkisi incelenmiştir. Amaç: Sigorta uyuşmazlıklarının çözümünde kullanılan alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden arabuluculuk ve tahkim süreçlerinin işleyişi ile bu çözüm yöntemlerinin sigorta uyuşmazlıklarının çözüme kavuşmasına sunmuş olduğu katkının incelenmesidir. Yöntem: Çalışma yazılı ve veri tabanlı kaynakların incelenmesi ile hazırlanmıştır. Bulgular: Mahkemelerdeki iş yükünün artması nedeniyle sigorta uyuşmazlıklarında alternatif çözüm yöntemleri tercih edilmektedir. Bu çözüm yöntemlerinden biri arabuluculuk diğeri ise tahkimdir. Her ne kadar alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemi başlığı altında değerlendirilmekte olsa da ülkemizde bir kısım uyuşmazlıklar bakımından dava açmadan önce arabuluculuğa başvuru yapılması dava şartıdır. Sigorta uyuşmazlıklarının bir kısmı tüketici ilişkisinden kaynaklanan bir kısmı ise ticari ilişkiden kaynaklanan uyuşmazlıklardan olduğundan dava açmadan önce arabulucuya başvurulması dava şartıdır. Bu nedenle taraflar zorunlu olarak arabuluculuğa başvurmuş olsalar da kendi iradeleri ile anlaşarak uyuşmazlığı son erdirebilecektir. Ülkemizde sigorta uyuşmazlıklarının çözümünde tahkim sisteminin alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri içinde tercih edilmesinin nedenlerinden biri Sigorta Tahkim Komisyonu tarafından uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulmasıdır. Her iki yöntem de uyuşmazlığı çözüme kavuşturmayı hedeflese de bu yöntemlerin kullanılması ile uyuşmazlıkların çözüme nasıl kavuşturulduğu ve iki yöntemin işleyişi arasındaki farklar hususi olarak incelenmelidir. Özgünlük: Çalışmanın özgün yanı alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden arabuluculuk ve tahkim ile sigorta uyuşmazlıklarının nasıl çözüme kavuşturulduğu ve kullanılan yöntemlerin çözüme sağladıkları etkinin mukayese edilerek incelenmesidir.
  • Öğe
    GIG ekonomi çalışanlarının bağlantıcılık öğrenme teorisi bağlamında değerlendirilmesi: bir karma yöntem araştırması
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Yücel, Esin
    Dijitalleşmenin hızlı etkisi ile geleneksel iş dünyasının istihdam modelleri de dönüşüm geçirmek durumunda kalmıştır. Özellikle uzaktan çalışma modellerinin ortaya çıkması ile birlikte tüm dünyada freelance (serbest çalışan) çalışanlar olarak nitelendirilen çalışanlar gig ekonomisi çalışma modelini oluşturmuşlardır. Fakat ilgili çalışanlar bir kuruma bağlı olarak çalışmanın avantajlarından olan eğitim ve geliştirme faaliyetlerinden yoksun kalmaktadırlar. Bu bağlamda öğrenme sürecinin videolar, bloglar, forumlar, ya da diğer dijital kanallar aracılığı ile de etkin bir şekilde gerçekleşeceğini öne süren Bağlantıcılık Öğrenme Teorisi gündeme gelmektedir. Zira bu şekilde freelance çalışanlar kurumlara bağlı olmaksızın kendilerini geliştirebilir ve rekabet yoğun ortamda varlıklarını sürdürebilirler. Amaç: Bu araştırma gig ekonomisi çalışma modelinin bir parçası olan freelance çalışanların eğitim ve öğrenme süreçlerinin nasıl desteklenebileceğine odaklanmış olup, öncelikli olarak ilgili kavramlara dair sistematik literatür taraması gerçekleştirmiştir. Yöntem/Tasarım / Metodoloji / Yaklaşım: Sonrasında freelance çalışanlarla gerçekleştirilen yapılandırılmış mülakatlar aracılığı ile, odaklanılması gereken dört ana tema belirlenerek MAXQDA 22 paket programı ile analiz edilmiştir. Bu ana temalar, eğitime karşı tutum (e-öğrenme), mesleki gelişim, Gig ekonomisi çalışma modeli, freelance çalışma olarak sıralanmaktadır. Bulgular: Yapılandırılmış mülakatlar sırasında toplamda 11 ana başlık, 39 alt başlık ortaya çıkmıştır. Eğitime karşı tutum temasında; mesleki eğitimlerin yüz yüze olması gerekliliği freelance çalışanlarca en çok vurgulanan başlık olmuştur. İletişim yeteneğinin önemi ise, rekabet temasında en çok vurgulanan alt başlık olmuştur. Araştırmanın bir diğer bulgusu ise, freelance çalışanların büyük bir bölümü, yeni müşterilerin piyasada bilinirliklerine göre kulaktan kulağa isimlerini duyurarak kendilerine ulaştığı yönündedir. Özgünlük: Gig ekonomi modelinde çalışmakta olan freelancerların kurumlarca sağlanmakta olan eğitim fonksiyonunda mahrum kaldıkları belirlenmiş olup, ilgili hususta yapılan literatür taramasında eksiklik fark edilmiştir.
  • Öğe
    Cumhuriyet dönemi coğrafya dersi öğretim programları (1924-2024)
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Yiğit Özüdoğru, Hülya
    Öğretim programları, milli eğitimin amaçlarının gerçekleşmesi ve istenilen niteliklere sahip bireyler yetiştirebilmek için cumhuriyetin kuruluşundan itibaren pek çok defa değiştirilmiştir. Bu çalışma cumhuriyetin ilanıyla birlikte liselerde uygulanan coğrafya dersi öğretim programlarının değiştirilmesinin gerekçelerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Bu gerekçelere bağlı olarak coğrafya dersi öğretim programlarının nasıl oluşturulduğu, öğrenciler için hangi konuların daha önemli hale geldiği, coğrafyanın ders saatlerine nasıl yansıdığı belirlenmiştir. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden tarihsel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı (TTKB) kararları, doküman incelemesi tekniği ile analiz edilmiştir. 1924 tarihli ilk coğrafya programından itibaren 2024 yılında uygulamaya konulan son programa kadar otuz bir program belirlenmiştir. Bu programlara TTKB Kurul Kararları ve Tebliğler Dergisinden erişilmiştir. Bu kapsamda ilk olarak 1924 tarihli programdan edinilen üç yıllık deneyim sonrasında 1927 tarihinde ek program hazırlanmıştır. Bu programda, derslerin yoğunluğundan dolayı öğretmenlerin öğrenciyi derslerde aktifleştiremediği belirtilerek coğrafya ders saatleri artırılmıştır. İkinci önemli gerekçe, 1971 tarihli programda öğrencileri yükseköğretime hazırlamak olarak gösterilmiştir. Üçüncüsü 1982 yılında uygulamaya konulan program gerekçesinde ortaya çıkmıştır. Türkiye’yi tanıtmak ve vatanı sevdirmek önemli görülmüş, bunun için Türkiye coğrafyası konuları artırılmış, Türkiye coğrafyası derslerinin okutulduğu sınıfların ders saati ikiye çıkarılmıştır. Dördüncüsü 2005 yılında uygulamaya konulan program gerekçesinde belirlenmiştir. Kendinden önceki programların genel olarak program yaklaşımından uzak ve bilgi aktarmaya yönelik yalnızca konu sıralamasından ibaret olması, coğrafya biliminin güncelliğinin programlara yansıtılması gerektiği üzerinde durulmuştur. Sonuç olarak coğrafya dersi öğretim programları hazırlanırken edinilmiş tecrübeler, programların yoğunluğu, yükseköğrenime hazırlık, vatan sevgisi, güncel gelişmeler ve bireylerin istenen niteliklere sahip olması göz önünde bulundurulmuştur. Çözüm olarak ders saatlerini artırma, konu yoğunluğunu azaltmak için belirli konuları programdan çıkarma, öğretim süresini üç yıldan dört yıla yükseltme gibi yöntemler bulunmuştur.
  • Öğe
    Programlama öğretiminin bilgi işlemsel düşünme becerisine etkisi: bir meta-analiz çalışması
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Üzüm, Burhan; Elçiçek, Mithat; Pesen, Ata
    Amaç: Bu araştırmada amaç programlama öğretiminin bilgi işlemsel düşünme becerisi üzerindeki genel etkisinin incelenmesidir. Yöntem: Programlama öğretimin bilgi işlemsel düşünme becerisi üzerindeki etkisinin incelendiği bağımsız deneysel çalışmalarda elde edilen sonuçları bütünleştirerek genel durumu ortaya koymayı amaçlayan mevcut araştırmada grup karşılaştırması meta-analiz türü olan işlem etkililiği meta-analiz yöntemi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmanın alt problemlerine ilişkin bulgular programlama öğretiminin öğrencilerin bilgi işlemsel düşünme becerisi üzerinde pozitif yönde geniş bir etkisi olduğunu göstermektedir (g=0.708, %95 Güven Aralığı [0.555-0.861], p<0.000). Araştırmada, uygulanan programlama türünün, etki büyüklüklerini anlamlı bir şekilde farklılaştırmada etkili olmadığı bulgulanmış olsa da öğrenenlerin bilgi işlemsel düşünme becerisi üzerinde etkisi araştırılan dört programlama türünden metin tabanlı programlamanın diğer üç programlama türüne göre daha etkili olduğu ortaya çıkmıştır. Çalışmaların, deneysel uygulamanın yürütüldüğü yıla göre genel etki büyüklükleri incelendiğinde etki büyüklüğünün zaman ilerledikçe arttığı ve 2024 yılında yapılmış olan çalışmaların en büyük etki büyüklüğüne ve çok geniş bir etkiye sahip oldukları görülmüştür. Yayım türüne göre doktora tezlerinin küçük, yüksek lisans tezlerinin ise geniş bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Sınıf düzeyi açısından etki büyüklüğü incelendiğinde, okulöncesi kademesinde muazzam, ilkokul kademesinde çok geniş, ortaokul ve lise kademesinde orta, yükseköğretim kademesinde ise düşük olduğu ortaya çıkmıştır. Bu bulgulardan hareketle öğretim kademesi üst seviyeye çıktıkça programlama öğretimin bilgi işlemsel düşünme becerisi üzerindeki etkisinin azaldığını ifade etmek mümkündür. Bununla birlikte öğretim kademesinin etki büyüklüklerini farklılaştırmada önemli bir moderatör olduğu savunulabilir. Çalışmada, etki büyüklüğünün en az olduğu örneklem grubu orta bir etki büyüklüğü ile 26-50 katılımcılı örneklem grubu iken etki büyüklüğünün en yüksek olduğu örneklem grubu geniş bir etki büyüklüğü ile 0-25 katılımcının olduğu örneklem grubudur. Araştırmaya dâhil edilen çalışmaların uygulama süresinin üç hafta ile 18 hafta arasında değiştiği, en çok deneysel uygulamanın (k=25) 7-10 haftalık zaman diliminde gerçekleştirildiği ve 3-6 hafta arasında yürütülen çalışmaların etki büyüklüğünün en büyük ve geniş düzeyde olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca çalışmada, deneysel işlem uygulama süresinin etki büyüklüklerini anlamlı bir şekilde farklılaştırmada etkili olmadığı görülmüştür. Özgünlük: Bu araştırma, programlama öğretiminin bilgi işlemsel düşünme becerisine etkisini inceleyen çalışmaları meta-analiz yöntemiyle bir bütün olarak ele alması açısından özgün bir çalışmadır.
  • Öğe
    Tek parti döneminin temel dinamikleri üzerine tartışmalar
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Dağlar Macar, Oya; Şen, Erdoğan
    Amaç: Bu çalışma Türkiye’de tek parti dönemi olarak bilinen 1923-1945 yıllarındaki siyasi yapının temel dinamiklerini ve bu dönemin temel siyasi aktörü olan CHP’nin parti yapılanmasını, tek parti dönemine dair bugüne kadar yapılmış tartışmalar ışığı altında incelemektir. Yöntem: Makalede nitel araştırma yöntemi kullanılarak, döneme ilişkin gelişmeler ve tartışmalar yorumlayıcı bir yaklaşımla ele alınmaya çalışılmıştır. Bulgular: Tek parti dönemiyle ilgili tartışmaların odağında demokrasi konusu yer aldığı görülmektedir. Dönemin koşulları dikkate alındığında devletin yapılanması için gereken “asgari koşulları” sağlamadığı ve dolayısıyla demokratik olarak nitelendirmenin doğru olmayacağı anlaşılmaktadır. Yeni kurulan ve henüz devlet yapılanmasının temellerinin atıldığı bu dönemde, uzun süreçler gerektiren demokratik koşulları sağlaması pek mümkün de görünmemektedir. Demokrasi tartışmaları çerçevesinde tartışmaların yoğunlaştığı bir diğer konu çok partili hayata geçiş denemelerinin başarısızlığı üzerinedir. Her iki denemenin de kısa süre içinde başarısızlıkla sonuçlanmasında devletin güvenlik endişelerinin önemli olduğu, bu nedenle devletin varlığına zarar vereceği düşünülen her türlü muhalefete karşı aşırı hassas ve sert reflekslerin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin çok partili hayata geçilmesinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yeni uluslararası düzenin yadsınamaz bir etkisi olduğu söylenebilir. Tek parti dönemindeki iç siyasi gelişmeler dönemin uluslararası gelişmelerinden ayrı değerlendirilemeyeceğinden, özellikle 1930’larda Avrupa’da gittikçe sertleşen siyasi atmosferi göz önünde bulundurmak gerekir. Bu çerçevede yapılan tartışmalarda 1930’ların dünyasında hızla yükselen faşizm ve komünizm gibi totaliter rejimlerle kıyaslandığında tek parti olmasına karşın, bu dönemin yapısal ve düşünsel olarak onlardan tamamen farklı olduğu da değerlendirmeleri ağır basmaktadır. Özgünlük: bu makale Tek Parti dönemiyle ilgili günümüze kadar yapılan tartışma ve eleştirileri belli başlıklar altında toplayarak, dönemin farklı açılardan değerlendirmesini yapmaya çalışmaktadır. Bu dönem Türk siyasal hayatının altyapısını oluşturduğundan, söz konusu dinamiklerin ve parti yapılanmasının iyi analiz edilmesinin, günümüz siyasi sorunlarının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı düşünülmektedir. Tek parti dönemi ile ilgili tartışmaları ortaya koymak ve dönemin siyasi dinamiklerini, o günün koşullarında yeniden değerlendirmek, Türk demokrasi tarihi açısından da büyük önem taşımaktadır. Sadece kavramsal olarak dönemi isimlendirmek bile (“tek parti dönemi” veya “tek partili hayat”) döneme ilişkin farklı yaklaşımları görmemiz açısından değerlidir. Altı çizilmesi gereken önemli noktalardan biri, ister muhafazakar ister liberal düşüncede olsun, konuya yorum getiren çalışmalar, konu “demokrasi” olduğunda belli noktalarda benzer eleştirilerle birbirlerine yaklaşmakta, fakat farklı açıklamalarla bu dönemi yorumlamaktadır. Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta da, bu dönemin siyasi dinamiklerinde hem yeni kurulmuş bir ülkenin kendine has koşulları hem de uluslararası sistemin etkileri belirleyici olduğudur. Özetle, bu çalışmada günümüz siyasi hayatındaki pek çok tartışmada yeri olan bu dönemin iyi anlaşılması ve çok boyutlu bir şekilde ele alınabilmesi için, döneme ilişkin literatürün genel hatları ile gözden geçirilmesine, tartışmaların ve eleştirilerin kategorik olarak ortaya konmasına çalışılmıştır.
  • Öğe
    Ekonomik istihbarat sisteminin küresel kriz dönemlerinde makroekonomik performans göstergeleri üzerinden değerlendirmesi
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Çınar, Muhammed Ali; Ekren, Nazım
    Küreselleşme süreci, dünya genelinde ekonomik büyümeyi hızlandırırken aynı zamanda yeni risk ve zorlukları beraberinde getirmektedir. 2008 Finans Krizi ve COVID-19 krizi başta olmak üzere 21.yüzyıldaki küresel krizler, bu risklerin ve kırılganlıkların en somut örneklerini sunmaktadır. Küresel krizler; finansal dalgalanmalar, ekonomik durgunluklar ve tedarik zinciri bozulmaları gibi faktörlerle dünya ekonomisini sarsan karma olaylar bütünüdür. Krizlerin etkileri, ulusal ekonomilerden işletmelere ve bireylere kadar her düzeyde hissedilebilir. Yeni dönemde ulusal ekonomilerini veri ve bilgiyi derleme değerlendirme kapasitesine yönelik ekonomik istihbarat çalışmaları, krizlerin önlenmesi ve yönetilmesi açısından temel bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Ekonomik istihbarat sistemi, bu süreçte krizlerin değerlendirilmesi ve yönetilmesine dair öngörüler sağlayarak, bu tür krizlerin etkilerinin azaltılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Ekonomik istihbarat sistemi, kriz dönemlerinde ulusal ekonominin, güçlü ve zayıf yönlerini belirlemenin yanı sıra paydaşların ve politika yapıcıların, kriz yönetimi stratejileri oluşturmasına da yardımcı olmaktadır. Aynı zamanda, ekonomik krizlerin etkisini azaltmak ve ekonomik toparlanmayı hızlandırmak için politika önerileri sunma aşamasında da önemli bir rol ve fonksiyona sahiptir. Amaç: 2000-2022 döneminde G20 ülkelerinin (Avrupa Birliği üyeleri dahil) verileri incelenerek kurumsal ekonomik istihbarat sistemine sahip olan ve sahip olmayan ülkelerin, ekonomik büyüme performansını ve kriz dönemindeki makroekonomik yönetim stratejilerini incelemektir. Yöntem: 2000-2022 dönemi için G20 üyesi olan ülkelerin (Avrupa birliği üyeleri dahil) cari işlemler dengesi, dışa açıklık derecesi, kamu nihai tüketim oranı/GSYH, sabit sermaye oluşumu, tüketici enflasyonu gibi makroekonomik performans verileri kullanılarak oluşturulan grafiklerle karşılaştırmalı statik analiz gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Kurumsal ekonomik istihbarat sistemine sahip olan ülkelerin, güçlü alanlarının sürdürülebilirliğini korurken, zayıf alanlarını belirleyip geliştirebildikleri tahmin edilmektedir. Buna karşılık, kurumsal ekonomik istihbarat sistemine sahip olmayan ülkelerin, güçlü ve zayıf yönlerini gerçekçi bir şekilde tespit etmekte zorluk yaşadığı, dolayısıyla bu alanların daha kırılgan hale gelme riskinin yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Özgün Değer: Çalışma iyi tasarlanmış bir ekonomik istihbarat sisteminin, ulusal ekonomik istikrarın sağlanmasına ve uluslararası ekonomik ilişkilerin dinamiklerini anlamaya yönelik önemli bir rehber niteliği olduğunu göstermektedir.
  • Öğe
    Bursalı Rahmî Divanı’nda şiir ve şair algısı
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Topak, Zafer
    Bu çalışmada, 16. yüzyıl klasik Türk şiiri şairlerinden Bursalı Rahmî’nin Divan’ında yer alan şiir ve şairle ilgili ifadelerden hareketle onun şiir ve şair algısını belirlemeye çalışmak ve bu sayede klasik Türk şiirinin poetikasının bir bütün hâlinde tespitine yönelik çalışmalara materyal sunmak amaçlanmıştır. Hedeflenen amaç doğrultusunda Bursalı Rahmî Divanı, poetik kelime, terim ve tamlamalar bağlamında baştan sona tahlil edilmiş, elde edilen veriler şiir, şair ve sanatsal çevre çerçevesinde tasnif edilmiş ve incelenmiştir. Bu inceleme sonucunda Rahmî’nin, poetik görüşlerini Divan’ında büyük çoğunlukla gazellerinin mahlas beyitlerinde, çok az da kasidelerinin fahriye bölümlerinde ve diğer bazı manzumelerinde dağınık bir şekilde dile getirdiği görülmüştür. Onun poetik ifadelerinden hareketle şiirde “gönle ferahlık vermek, değerini anlayanlara sunmak, sihir gibi söyleyip herkesi etkilemek, güzel, hoş, zarif olmak, güzelliğini her zaman korumak, ilahi bir yardımla yazılmak, yenilik ve tazelik içermek” vb. özellikleri aradığı; şairde ise “doğuştan şairlik yeteneğine sahip olmak, benzersiz ve özgün şiirler söylemek, şiir ilminde ve belâgatte usta olmak” gibi özellikleri aradığı söylenebilir. Rahmî Divanı’nın incelenmesi sonucu elde edilen bu özgünlük içeren sonuçların, özelde şairin, genelde ise klasik şiirin şiir ve şair anlayışına yönelik yapılacak çalışmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
  • Öğe
    Özel okullarda veli memnuniyeti: bir ölçek geliştirme çalışması
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Yüce, Pelin; Özdemir, Ali
    Amaç: Bu çalışma, farklı istek ve beklentileri ile tercih yapan özel okul velilerinin, çocuklarının okullarından memnuniyetlerini ölçmek için kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmeyi amaçlamaktadır. Yöntem: Bu ölçek geliştirme çalışmasında öncelikle detaylı bir literatür taramasıyla memnuniyet kavramının boyutları keşfedilmiştir. Daha sonra uzman görüşlerine başvurularak, özel okul velileri için okul memnuniyetini etkileyen boyutlar belirlenmiştir. Belirlenen boyutları ölçecek nitelikte 81 ifadeli madde havuzu oluşturulmuştur. Kapsam geçerliği Lawshe tekniği ile irdelenmiştir. Düzenlenen ölçek formuyla İstanbul ilindeki özel okul velilerinden oluşan örneklemde (n=300) veri toplanmış ve Açımlayıcı Faktör Analizi (AFA) uygulanmıştır. AFA neticesinde belirlenen yedi faktörlü yapı Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) ile test edilmiştir (n=387). Daha sonra güvenirlik, Cronbach Alfa katsayısı, Omega, madde toplam korelasyonları, AVE ve CR değerleri hesaplanarak değerlendirilmiştir. Bulgular: AFA sonucunda, yedi faktörden oluşan toplam 26 maddeli 5’li Likert tipi bir ölçek geliştirilmiştir. Ölçeğe ait açıklanan toplam varyans %87,80, maddelerin faktör yükleri 0,50 ile 0,83 arasında hesaplanmıştır. Faktörler; iletişim ve ulaşılabilirlik, güven/güvenlik, eğitim/öğretim, rehberlik, fiziki koşullar, sosyal ve sportif imkanlar ve ücret olarak adlandırılmıştır. Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) yedi faktörlü yapıyı onaylamaktadır. Güvenirlik analizi, Cronbach Alfa katsayısı (0,95), Omega (0,95), madde toplam korelasyonları (0,66–0,84), AVE (0,54) ve CR (0,80) değerleri hesaplanarak gerçekleştirilmiştir. Özgünlük: Bu çalışmada geliştirilen ölçek, özel okul velilerinin çocuklarının okullarından duydukları okul memnuniyeti anlayışımızı destekleyecektir. Çalışma bulguları, ebeveynlerin okul memnuniyetini anlaması, öncelikleri belirlemesi ve velilerin okul memnuniyetini artırmak için harekete geçmesi yönünde okul yöneticilerine pratik çıkarımlar sunmaktadır.
  • Öğe
    İşletme rekabet stratejilerinin işletme performansı üzerindeki etkisinde dijitalleşmenin aracılık rolü: konaklama sektöründe bir araştırma
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Sarı, Burçak; Fidan, Yahya
    Amaç: Bu araştırma, işletme rekabet stratejilerinin işletme performansı üzerindeki etkisinde dijitalleşmenin aracılık rolünü konaklama sektörü üzerinde incelenmesi amaçlamaktadır. Yöntem: Çalışma, kesitsel ve nicel araştırma yöntemleri temelinde planlanmıştır. Araştırmaya ait örneklem grubunu Türkiye genelindeki zincir otellerde görev yapan 525 kişi oluşturmuştur. Çalışmaya ait veriler anket yöntemi ile toplanmıştır. Anket formunda kavramsal verilere ait yedi ve beş dereceli üç farklı ölçek ile çalışanlara ait demografik sorular yer almıştır. Veri analizi için güvenilirlik ve geçerlilik analizleri, keşfedici ve doğrulayıcı faktör analizi, değişkenler arası korelasyon analizi uygulanmıştır. Araştırmaya ait modelin geçerliliği, aracılık ve hipotez testlerini yapabilmek için yapısal eşitlik modeli uygulanmıştır. İstatistiksel analiz için AMOS.24 ve SPSS.24’ten yararlanılmıştır. Bulgular: Korelasyon analizinde, çalışmada bulunan modeldeki tüm değişkenler arasında anlamlı ve olumlu bir ilişki vardır. Regresyon analizi veri sonuçlarına göre işletme rekabet stratejilerinin işletme performansı ve dijitalleşme değişkenlerindeki farklılığı; dijitalleşmenin işletme performasındaki değişimi pozitif ve anlamlı bir biçimde yordadığı görülmüştür. Aracı değişken analizinde ise; dijitalleşmenin işletme rekabet stratejileri ile işletme performansı arasındaki ilişikide güçlü düzeyde aracılık etkisi olduğu görülmüştür. Özgünlük: Kavramsal bölümde, konaklama sektöründe işletme rekabet stratejileri ile işletme performansı ilişkisinde dijitalleşmenin aracı etkisini ortaya koyan bir çalışma bulunmamaktadır. Çalışmanın bu yönüyle hem araştırmacılara hem de uygulayıcılara katkı sağlayacağını düşünülmektedir.
  • Öğe
    ESG performance and corporate default risk: do countries’ shareholder protection levels affect this relationship?
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Bilyay Erdoğan, Seda
    This paper explores the nexus between environmental, social, and governance (ESG) performance and corporate default risk. Employing a panel dataset from 1,094 non-financial companies in 21 European nations, corresponding to 9,522 firm-year observations, and using fixed effects estimations, we empirically demonstrate that corporations with higher ESG scores tend to have lower firm default risk. Among the three categories of the ESG score, both the social and the environmental categories participate in this significant association. Moreover, our study presents novel evidence that within ESGs’ ten subcategories, resource use, product responsibility, emissions, human rights, workforce, and CSR strategy significantly reduce firm default risk. Furthermore, country-level shareholder protection moderates the linkage between default risk and ESG performance, such that the negative impact of ESG on default risk is lower for corporations located in nations with higher shareholder protection. Hence, if the countries’ shareholder protection levels are high, stronger ESG would decrease firm default risk by less than countries with lower shareholder protection levels. Our findings are robust to alternate variable measurements and alternate methodologies, capturing endogeneity issues.
  • Öğe
    Enerji sektöründe yapılan finansal performans analizinde stok bulundurmanın etkisi
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Kadıoğlu, Seher; Şensoy, Necdet
    Bu özgün çalışmada, Borsa İstanbul’da enerji sektöründe yer alan firmalardan stok bulunduran ve stok bulundurmayan firmaların bu özelliklerinin performanslarını nasıl etkilediğini tespit etmek amacı ile stok bulunduran Aygaz ve stok bulundurmayan Zorlu Enerji firmalarının finansal oranları karşılaştırılmıştır. Analizde enerji sektöründe faaliyet gösteren iki firmanın 2005/1 ve 2022/1 dönemleri arasındaki finansal verileri kullanılarak oranlar hesaplanmıştır. Analizde finansal performansı temsilen faaliyet kârlılığı bağımlı değişken olarak alınmıştır. Bağımsız değişken olarak 14 farklı geleneksel oran kullanılmıştır. Amaç: Stok bulunduran işletmenin stok bulundurmayan işletmeye göre daha yüksek finansman gideri olacağı için sermaye yapıları aynı veya benzer olan firmalardan stok bulunduranın Net Kâr / Faaliyet Kârı oranının bulundurmayana göre daha düşük olduğunun ortaya konulmasıdır. Yöntem: Enerji sektöründe faaliyet gösteren stok bulunduran ve bulundurmayan firmaların faaliyet kârlılığı üzerinde etkili oranların farklılığını tespit etmek amacıyla basit doğrusal regresyon modeli uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmanın sonucunda stok bulundurma özelliğine göre firmalarda faaliyet kârlılığını etkileyen oranların farklılık gösterdiği tespit edilmiştir Stok bulunduran Aygaz’ın faaliyet kârlılığı stok bulundurmayan Zorlu Enerji’nin faaliyet kârlılığından düşük olduğu gözlenmiştir. Bu bulgu çalışmanın hipotezine uygun olmakla beraber, benzer sermaye yapıları olan firmalara ulaşılamadığı için hipotezdeki bu koşul yerine gelmemiştir. Ayrıca bu iki firmanın Net Kâr/Faaliyet Kârı ve FVÖK/Faiz Gideri oranları da karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak hipotezdeki beklenti olan stok bulunduran firmadaki faaliyet kârlılığının stok bulundurmayana göre düşük olması ve Net/Kâr / Faaliyet Kârının da düşük olması hesaplanan oranlar ile doğrulanmaktadır. Özgünlük: Yapılan çalışmanın özgün tarafı hem dönemsel hem de etkinlik ölçümleri dikkate alınarak literatüre katkıda bulunması amaçlanmaktadır.
  • Öğe
    Doğu Asya krizleri ve Latin Amerika krizlerine neden olan ortak dinamikler
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Demircioğlu, Semra; Atabay Kuşçu, Rana
    1990’lı yıllar dünya ekonomisi açsından çok ilginç bir dönemdir. Bu yılların başında çok yüksek büyüme oranlarına sahne olan dünya ekonomisi, 1990’lı yılların sonunda Doğu Asya ve Latin Amerika gibi iki büyük krize tanıklık etmiştir. Küresel olarak faizlerin düşük olması nedeniyle gelişmiş ülkeler, yeni sanayileşme aşamasında olan bölgelere yatırım yapmaya başlamıştır. Henüz kırılgan bir yapıya sahip olan bu ülkelere gelen hızlı sermaye akımlarının hızla geri çıkması kaçınılmaz krizlerle sonuçlanmıştır. Bu bölgelerde ortaya çıkan krizler literatürde ayrı ayrı çeşitli teorik bakış açılarıyla değerlendirilmiştir. Bu çalışmada iki farklı kıtada farklı zamanlarda meydana gelen bu krizlerin oluşmasına neden olan dinamikler incelenerek, ortak yönleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Amaç: Bu çalışmada Asya ve Latin Amerika krizlerine giden yolda bu ülkelerin yaşadıkları iç ve dış dinamiklerin ortak özellikleri tartışarak günümüz ekonomilerinde geçerliliğini koruyabilecek politika önerileri sunmaktır. Yöntem: Doğu Asya ve Latin Amerika krizinlerin giden yolda bu ülkelerin tarihsel olarak yaşadığı siyasi ve ekonomik iç ve dış gelişmeler analiz edilerek uygulanan politikalar ve sonuçları ele alınarak iki büyük krizine neden olan ortak dinamikler tartışılmıştır. Bulgular: Dünyada düşük faiz oranlarının olması ve yatırımcıların yüksek gelir elde etme arzuları nedeniyle bu ülkelerin kısa vadeli sermaye akımına maruz kalmaları ve dünyanın önde gelen finansal kuruluşlarının bu ülkelerde yeterli regülasyon olmadan finansal liberisazyona teşvik etmesi de bu krizlere götüren en önemli ortak dış etmenler arasında saymak mümkündür. İç dinamiklere bakılacak olunursa Doğu Asya’da devlet güvencesi ile artan risk iştahı, Latin Amerika’da ise bankacılık sisteminde sahtecilik temelli ortak ahlaki tehlike ekseninde toplanmaktadır. Ülkeler arasındaki en temel fark makroekonomik dengeleri ve güçleridir. Asya ekonomilerinin ve Meksika’nın makroekomik dengeleri gayet iyi olmasına rağmen bu krizlerin tahmin edilememiştir. Ayrıca, krizlerin bu kadar yayılmasındaki ortak nokta aynı bölgede ve aynı karakteristik özeliklere sahip ülkelerin daha çok etkilendiği komşu etkisi de şokların yayılmasıdır. Özgünlük: 20. yy. damgasını vuran bu iki büyük krizlerinler literatürde geniş bir yer edinmiş olsa bu krizler karşılaştırılması ve ortak yönleri çok fazla derinlemesine incelenmediği görülmüştür. Krizlerin ortaya çıkması ardından yapılan analizler temel olarak ekonomik modellerle açıklanmıştır. Dünyaya damga vuran bu iki büyük krizin farklı kıta ve zamanlarda olsa da altında yatan nedenlerin genel anlamda benzer iç ve dış etmenlere sahip olduğu gözlemlenmiştir. Ülkelerin gelişim süreçleri sırasında denetim ve gözetim eksikliği yaşanması ve merkez bankalarının finansal sistemin istikrarı için bağımsız, etkin politikalar uygulamaları günümüz ekonomilerinde finansal istikrarın sağlanması için hala önemle dikkat edilmesi gereken unsurların başında gelmektedir.
  • Öğe
    Dijital kültürün örgütsel performans üzerindeki etkisinde dijital liderliğin aracılık rolü: bir araştırma
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Hasırcı, Itır; Örücü, Edip
    Amaç: Bu araştırmanın amacı dijitalleşme ile kişilerin hayatına dâhil olan yeniliklerin yarattığı alışkanlıkları içeren dijital kültürün, örgütsel performans üzerindeki etkisinde, güncelliği yakalayan, her zaman yeniliklerin izinde örgütleri yöneten dijital liderliğin aracılık rolünü incelemektir. Yöntem/Tasarım / Metodoloji / Yaklaşım: Araştırmanın evrenini Balıkesir ilinde ve ilçelerinde çalışan 1830 banka personeli oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini Bandırma ilçesinde ve Balıkesir il merkezinde bulunan bankalardan seçilen 507 personel oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri anket yoluyla elde edilmiştir. Elde edilen verilerle, frekans analizi, güvenilirlik analizi, normallik testi, keşfedici faktör analizi, korelasyon analizi ve hiyerarşik regresyon analizi yapılmıştır. Bulgular: Araştırma kapsamında yapılan korelasyon analizinin neticesinde dijital kültür ile dijital liderlik arasında anlamlı ve olumlu ilişki, dijital kültür ile örgütsel performans arasında anlamlı, olumlu ilişki, örgütsel performansla dijital liderlik arasında anlamlı ve olumlu bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Yapılan hiyerarşik regresyon analizinin sonucuna göre dijital kültürün örgütsel performans üzerindeki etkisinde dijital liderliğin kısmi aracılık etkisinin olduğu belirlenmiştir. Özgünlük: Araştırmanın konusu ile ilgili çok sayıda çalışmaya rastlanılmadığı için bu araştırmanın alan yazına katkıda bulunması umulmaktadır.
  • Öğe
    Okul öncesi dönemde sosyal beceriler alanındaki lisansüstü tezlerin incelenmesi
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Deveci, Duygu; Bolat, Yavuz
    Amaç: Araştırmanın amacı, Türkiye’de 2019-2022 yılları içerisinde okul öncesi dönemde sosyal beceriler alanında yapılmış lisansüstü tezlerinin incelenmesi ve değerlendirilmesidir. Yöntem: Bu araştırma sistematik inceleme üzerine kurulu bir eğitim bilim çalışmasıdır. Bulgular: Araştırmada elde edilen veriler göz önüne alındığında; bu konuda kadın araştırmacıların erkek araştırmacılara göre çok daha fazla çalışma yaptığı, bu alana dair belirlenen aralıklarda yapılan lisansüstü tezler içerisinden yüksek lisans tezlerinin 8 kat kadar fazla yapıldığı sonuçlarına ulaşılmıştır. Araştırmada incelenen konu alanında doçent ve profesör unvanlı danışmanların daha çok tez yazım sürecine katkı sağladığı görülmüştür. İncelenen yıllar içerisinde en çok tezin 2019 yılında yapıldığı, 2022 yılında ise yalnızca bir tez üretildiği tespit edilmiştir. Bu alanda yapılan lisansüstü tezlerde daha çok nicel araştırmaların tercih edildiği ve araştırmalarda en fazla tarama modelinin kullanıldığı belirlenmiştir. Tezlerin çeşitli ve birbiriyle ilişkili araştırma konularını içerdikleri ve tezlerde bu konulara ilişkin çocuk, öğretmen, ebeveyn, okul öncesi eğitim kurumları gibi veri kaynaklarından bilgi elde edildiği dikkat çekmiştir. İlaveten araştırmanın verileri toplanırken ölçeklerin, veriler analiz edilirken ise istatiksel veri analiz yöntemlerinin tercih edildiği ulaşılan diğer sonuçlar arasındadır. Özgünlük: Literatürde asıl bilgi üretim kaynağı olan lisansüstü tezlerin incelenme ve değerlendirilmesine ilişkin birçok araştırma olmasına rağmen, bu konuda okul öncesi dönemde sosyal beceri alanında yapılmış çalışmalarla hiç karşılaşılmamış olması bu araştırmanın önemini açıklamaktadır. Bu araştırma okul öncesi dönemde sosyal beceri alanının önemine dikkat çekmesi ve sosyal beceri alanının araştırmacıların elde ettiği sonuçlara bütüncül bir bakış açısı getirmesi bakımından özgün bulunmaktadır.
  • Öğe
    Forecasting the euro exchange rate using deep learning algorithms and machine learning algorithms
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Gür, Yunus Emre
    Given that time series forecasts are of great importance in the financial world, the main objective of this study is to forecast Euro prices and examine the contribution of these forecasts to financial decision-making processes. Since the Euro is an important component of international trade and investment, accurate price forecasts are of strategic importance for many financial institutions and investors. In this study, we compare the performance of deep learning algorithms and classical machine learning methods for forecasting Euro prices: support vector machines (SVM), Extreme Gradient Boosting (XGBoost), long short-term memory (LSTM), and gated recurrent units (GRU). These methods represent different algorithms that are widely used in financial forecasting and give successful results. The dataset used in the study was divided into two parts: 80% training and 20% testing, and it is also indicated how each algorithm behaved during the training process and which parameters were chosen. The results are presented by comparing the performance of these algorithms, and it is found that the GRU algorithm provides better accuracy than the others. Therefore, the GRU algorithm was chosen to forecast Euro prices for the next 12 months, and the forecasting process was carried out. The results of this study are expected to provide an important perspective to financial decision-makers by comprehensively comparing the performance of deep learning and traditional approaches in Euro price forecasting. It also includes potential research avenues for future work and suggestions for the development of new methods in this area.
  • Öğe
    İşletmelerde insani yönetim: bir ölçek geliştirme çalışması
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Tula, Ali; Alayoğlu, Nihat
    İktisat temelli yönetim anlayışında sona gelindiği; insanlığın ve dünyamızın kapitalizmin yıkıcı etkilerinden kurtulabilmesi için, yönetim anlayışında bir paradigma değişimi gerektiği aşikardır. Bu değişim gerekliliğini en iyi şekilde karşılayabilecek olan paradigma, insani paradigmadır. İnsani yönetim, bu paradigmadan beslenen yönetim anlayışını temsil etmektedir. Bu makale, işletmelerin insani yönetimi uygulama kapasitelerini ölçebilecek bir ölçek geliştirmek amacıyla çalışılmıştır. Böylece işletmelerin insani yönetimi uygulama kapasitelerinin bütüncül olarak ölçülebileceği ve puanlanabileceği “İnsani Yönetim Ölçeği” oluşturulmuştur.
  • Öğe
    Sosyo-ekonomik statü gruplarına göre davranışsal değerlerin farklılaşması
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2024) Bozbulut, Ökeş Mehmet; Turanlı, Münevver
    Sosyo-ekonomik statü, bir kişinin belli bir kültür ve toplum içindeki yerini oluşturmakta ve sosyal çevre, organizasyonlardaki konumunu belirlemektedir. Bu statü, prestij, hayat tarzı ve sosyal hayatı büyük oranda etkilemektedir. Bir kişinin toplumdaki sosyal statüsü arttıkça, mevcut gelir artışı genel olarak ekonomik statüsünü doğrudan etkilemektedir. Amaç: Sosyo-ekonomik statü faktörlerini konumlandırmak, karşılaştırmak ve belirlenen özellikleri bakımından benzerlikleri ve farklılıkları göstermektir. Yöntem: İlgili datalar ele alınmış yorumlanmıştır. Buna göre, sosyo-ekonomik sınıfları oluşturan 5 çalışma evreni belirlenmiştir. (A, B, C1, C2, D, E SES Sınıfları) Toplanan verilerle davranışsal değerlerin analiz edilebilmesi için hangi değişkenlerin belirleyici olduğu istatistiksel metotla incelenmiştir. Bulgular: Çalışmada sosyo-ekonomik statü ve tanımları üzerinde durulmuştur. Eğitim, kültür, davranış, meslek gibi etmenlerin sosyo-ekonomik faktörlerle ilişkisi değerlendirilmiş ve sosyal değerlerin nasıl etkilendiğine Veloxity tarafından sunulan veriler ışığında incelenmiştir. Sonuç: Bu bulgular doğrultusunda sosyo-ekonomik statünün davranışsal değerler değişkenleri üzerindeki etkisi tartışılacaktır.