FEF, Psikoloji Bölümü Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 23
  • Öğe
    Kraepelin bugün yaşasaydı dikotomi varlığını sürdürüyor olur muydu?
    (2011) Altınbaş, Kürşat; Tunç, Serhat; Yazar, Menekşe Sıla; Özçetinkaya, Serap; Gülöksüz, Sinan; Oral, Esat Timuçin
    Emil Kraepelin’in psikiyatrik sınıflandırma sistemlerinin temelini oluşturan dikotomisi, uzun yıllardır geçerliliğinisürdürmektedir. Öte yandan, genetik, biyolojik ve klinik araştırmalardan elde edilen güncel kanıtlara dayanarakönerilen boyutsal modellemelerin benzerlik göstermesi bu dikotomik görüşün gözden geçirilme gerekliliğiniortaya koymaktadır. Özellikle klinik pratikte, psikiyatrik tanı sistemlerinde kullanılan tanımlayıcı (descriptive)paradigma ile doğada görülen azımsanmayacak sayıdaki psikiyatrik olgunun yeterince iyi tanımlanamaması,klinisyenlerin ortak dil geliştirme gayretlerini engellemekte ve psikiyatrik tanıların stabilitesinin sorgulanmasınaneden olmaktadır. Nitekim, psikotik ve duygudurum belirtilerinin bir arada görüldüğü hasta grubunda tanısalgeçerliliğin oldukça düşük olduğu bildirilmektedir. Bununla birlikte, klinik belirtilerin kümelenme şekillerinifaktör analizi ile değerlendiren çalışmalarda, bipolar bozukluk ve şizofreninin belirli oranlarda ortak belirtikümelerini gösterdiği bildirilmektedir. Ayrıca güncel genetik araştırmalarda her iki hastalığa özgü yatkınlıkoluşturan aday genler olduğu gösterilmekle birlikte, bazı ortak aday genlerin paylaşıldığı ve bir çakışmanın(overlap) olduğu öne sürülmektedir. Genetikçilerin önerdiği boyutsal yaklaşım, klinik araştırmalardan eldeedilen bilgilerle uyumlu gözükmektedir. Tüm bu klinik ve genetik kanıtlar ışığında, ünlü Alman bilim adamı EmilKraepelin’in psikiyatride çığır açan dikotomik yaklaşımının bir asır sonra gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kimbilir Kraepelin günümüzde yaşasaydı, belki de kendi modelini bir süre sonra değiştirecekti.
  • Öğe
    Çok nadir görülen bir olgu: 17-α hidroksilaz eksikliği ve duygudurum bozukluğu birlikteliği
    (2013) Tunç, Serhat; Yiğiter, Sera; Altınbaş, Kürşat; Kurt, Erhan; Oral, Timuçin
    17-α hidroksilaz enzimi steroid biyosentezinde önemli yere sahip bir enzim olup; eksikliğinde konjenital adrenal hiperplazinin iki hipertansif formundan birisi olur ve otozomal resesif geçişli tek gen hastalıklarından biridir. Steroid biyosentezindeki genetik bozukluk nedeniyle glukokortikoid ve seks steroidlerinin sentezinin azalması, mineralokortikoid öncül moleküllerinin artmasıyla karakterizedir. Hormon sistemlerinin fizyolojisiyle psikiyatrik belirti ve sendromlar arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Hipotalamo-hipofizer eksende herhangi bir noktadaki bozukluk bir psikiyatrik sendroma neden olabilmekle birlikte hormonal bozukluğun tedavisine ikincil de duygudurum ve anksiyete belirtileri, depresyon, mani, psikoz ve deliryuma kadar değişen çeşitlilikte birçok psikiyatrik bozukluk görülebilir. Bu yazıda onyedi yaşındayken gecikmiş ergenlik nedeniyle başvurduğu hastanede yapılan hormon tetkiklerinde 17-α hidroksilaz enzimi eksikliği ve karyotiplemesinde 46 XY olduğu saptanan, Raşit Tahsin Duygudurum Merkezi’nde Başka Türlü Adlandırılamayan Duygudurum Bozukluğu tanısıyla tedavi ve izlemi yapılmakta olan bir erkek pseudohermafrodit olgusu sunulmuştur. Yazına bakıldığında 17-α hidroksilaz enzim eksikliği daha çok cinsiyet ilişkili davranış, psikolojik gelişim ve anksiyete bozuklukları gibi konular açısından ele alınmıştır. Bildiğimiz kadarı ile bu olgu yazında bir duygudurum bozukluğunun eşlik ettiği ilk 17-α hidroksilaz eksikliği olgusudur. Bu olgu üzerinden hipotalamo-hipofizer eksen ile duygudurum bozuklukları ilişkisi tartışılacaktır.
  • Öğe
    Bourdieu'nün politik alan kavramı ile politik felsefenin ilişkisi
    (2014) Kardeş, Murat Ertan
    Bu makale Fransız düşünür Pierre Bourdieunün politik alan kavramını ele almaktadır. Politik alan kavramının politik felsefe açısından önemi sorgulan- maktadır. Bourdieu bir yandan toplumsal yaşamdaki belirlenimlere odaklanan bir düşünce üretmektedir: Yaşamın tüm alanlarındaki tekelleşme ve tahakküm mekânizmalarını açığa çıkartmaktadır. Diğer yandan da bu tahakkümün düzey- lerini ortaya koymayı direniş açısından bir imkân olarak düşünmektedir. Gerçek anlamda demokratik süreçlerin oluşturulmasını bu direnişlerle ilişkilendirmek- tedir. Bu doğrultuda Bourdieunün getirmiş olduğu epistemolojik itiraz aynı za- manda bilgi açısından da bir özgürleşme imkânı olarak belirmektedir. Ancak bu makalenin sorgulamak istediği ilk olarak Bourdieunün bir negatif felsefe olarak sosyolojisinin ve epistemolojik itirazının dışında politik felsefeye ne ölçüde katkı sunduğudur. Bir başka deyişle Fransız düşünürün ayrım, yoksun bırakılma, dışlama ve tahakküm mekânizmalarını açığa çıkarmak üzerinden gerçekleştirdiği epistemolojik faaliyetinin doğrudan bir politik felsefe olarak algılanıp algılamayacağı irdelenecektir. Hiç şüphesiz Bourdieunün alanlar teorisinin önemli ayaklarından bir tanesi olan politik alan onun incelemesinde önemli yer tutmaktadır ancak politik alan tanımı özel olarak politika (la politique) ya da politik-olan (le politique) tanımlarını içermemektedir. Dolayısıyla Bourdieunün epistemolojik itirazı politik felsefe ile dolaylı bir ilişki modeli sunmaktadır. Bu noktadan itibaren Bourdieunün spekülatif felsefeye yönelik eleştirisi de göz önünde bulundurularak onun epistemolojik itirazını çağdaş politik felsefe sorunlarıyla bağlantılandıracak felsefi bir katkıya ihtiyaç olduğu saptanabilmektedir. Mevcut makale Bourdieunün epistemolojisinin politik felsefe ile ilişkisini açığa çıkarmayı hedeflemektedir. Makale; Fransız düşünürün epistemolojik itirazının, politik felsefe katkısı ile buluşturulmasının zorunlu olduğunu tezini savunmaktadır.
  • Öğe
    Yaratıcılık ve iki uçlu bozukluk
    (2014) Maçkalı, Zeynep; Gülöksüz, Sinan; Oral, Timuçin
    Yaratıcılık ve psikopatoloji arasındaki ilişki antik dönemlerden bu yana ilgi çekici bir konudur. Yaratıcı kişilerin özelliklerinin betimlendiği incelemelerin ardından yirminci yüzyılın son çeyreğine denk gelen dönemden itibaren araştırmacılar duygudurum bozuklukları ve yaratıcılık arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Başlangıçta çalışmalar sanatçıların biyografik metinlerine dayandırılmış ve elde edilen bulgular yaratıcılık ve psikopatoloji arasında ilişki olabileceğini işaret etmiştir. Geriye dönük incelemelerin kısıtlılıkları araştırmacıları bu alanda sistematik çalışmalar geliştirmeye yöneltmiştir. Sanatsal yaratıcılığa odaklanan sistematik çalışmalarda gerek duygudurum bozukluklarının yaygınlığı, gerekse yaratıcılık süreci incelenmiştir. Bir grup çalışmacı ise bu ilişkiyi afektif mizaçlar bağlamında ele almışlardır. Doksanlı yılların sonuna doğru yaratıcılığın kapsamı genişletilmiş ve gündelik yaratıcılık kavramı ortaya atılmıştır. Bu tanımlamanın ortaya çıkması, araştırmacıları sıradan (sanatçı olmayan) bireylerde yaratıcı sürecin bileşenlerini incelemeye yönlendirmiştir. Bu derlemede ise öncelikle yaratıcılık ve yaratıcı sürecin tanımlamalarından bahsedilmiş, ayrıca iki uçlu bozukluk açısından yaratıcı süreç irdelenmiştir. Daha sonra yaratıcılık ve iki uçlu bozukluk arasındaki ilişki mevcut çalışmalar (biyografik, sistematik, psikobiyografik ve afektif mizaçlar) ışığında değerlendirilmiştir. Ayrıca yaratıcılık ve psikopatoloji arasındaki bağlantıyı açıklamak üzere geliştirilen yeni bir model olarak “Paylaşılmış Yatkınlık Modeli” de tanıtılmıştır. Son olarak, araştırmaların yöntemsel kısıtlılıkları, bu kısıtlılıkları gidermeye yönelik önerilere yer verilmiştir.
  • Öğe
    Hipomani soru listesi-32-yenilenmiş sürümün Türkçe güvenilirlik ve geçerlilik çalışması
    (2017) Vahip, Simavi; Aydemir, Ömer; Akkaya, Cengiz; Altınbaş, Kürşat; Kora, Kaan; Sücüllüoğlu Dikici, Didem ; Akdeniz, Fatma; Kalaycı, Fatma; Oral, Timuçin; Vahip, Işıl; Alkan, Müge; Angst, Jules
    Amaç: Bu çalışmada amaç Hipomani Soru Listesi-32-Yenilenmiş Sürü- mün Türkçe sürümünün güvenilirlik ve geçerliliğini ortaya koymaktır. Yöntem: Araştırma üç üniversite hastanesi psikiyatri anabilim dalına ve bir eğitim hastanesi duygudurum bozuklukları birimine ayaktan ve veya yatarak başvuran ve bipolar I bozukluk tanısı konan 80, bipolar II bozukluk tanısı konan 26, majör depresif bozukluk tanısı konan 42 hasta ile üniversite öğrencilerinden oluşan 116 sağlıklı gönüllülerini içeren gruplarla yürütülmüştür. Hastalık süresi ise bipolar bozukluk grupları için ortalama 15,1 yıl ve major depresif bozukluk grubu için 9,3 yıldır. Birlikte geçerlilik amacıyla Duygudurum Bozuklukları Ölçeği uygulanmıştır. İstatistiksel değerlendirmede iç tutarlılık katsayısı, madde-toplam puan bağıntı katsayıları, açımlayıcı faktör analizi, diğer ölçeklerle bağıntı ve ROC eğrisi hesaplanmıştır. Bulgular: Hipomani Soru Listesi-32-Yenilenmiş Sürümün önce Türk- çeye sonra İngilizceye çevirisi yapılmış ve çeviriler sonunda dil birliğiyle ölçek metni elde edilmiştir. İç tutarlılık analizinde Cronbach alfa katsayısı 0,914 ve madde-toplam puan bağıntı katsayıları 0,235-0,743 arasında elde edilmiştir. Yalnızca 23. maddenin katsayısı 0,110 olarak hesaplanmıştır. Açımlayıcı faktör analizinde 6 faktör elde edilmiş, iki faktörlü çözüme zorlanmıştır. Varyansın %44,5'ini açıklayan toplam 2 faktör elde edilmiştir ve birinci faktör aşırı etkinlik veya taşkın olmayı, ikinci faktör ise dürtüselliği ve riskli davranışları temsil etmektedir. Hipomani Soru Listesi-32-Yenilenmiş Sürümün Duygudurum Bozuklukları Ölçeği ile bağıntısı r=0,379 olarak hesaplanmıştır. ROC analizinde ölçeğin kesme puanı özgüllük değeri 69,8 ve duyarlılık değeri 71,0 ile 14 olarak hesaplanmıştır. Ölçeğin bipolar bozukluk gruplarını diğer gruplardan iyi ayırt ettiği görülmüştür. Sonuç: Hipomani belirtilerini taramaya yarayan Hipomani Soru Listesi-32-Yenilenmiş Sürümün Türkçe formunun, 23. madde ölçekten çıkarıldıktan sonra güvenilir ve geçerli olduğu gösterilmiştir.
  • Öğe
    Re: Affective temperament profiles of overactive bladder patients
    (Turkish Neuropsychiatric Society, 2016) Sarıbacak, Ali; Altınbaş, Kürşat; Yılmaz, Hasan; Özkan, Alp; Özkan, Levend; Oral, Timuçin
    [No abstract available]
  • Öğe
    Affective temperament profiles of overactive bladder patients reply
    (Aves, 2016) Sarıbacak, Ali; Altınbaş, Kürşat; Yılmaz, Hasan; Özkan, Alp; Özkan, Levend; Oral, Timuçin
    [Abstract Not Available]
  • Öğe
    Biyolojik ritim değerlendirme görüşmesinin Türkçe sürümünün güvenilirliği ve geçerliliği
    (Cumhuriyet Univ Tip Fak Psikiyatri Anabilim Dali, 2012) Aydemir, Ömer; Akkaya, Cengiz; Altınbaş, Kürşat; Kora, Kaan; Sücülluoğlu Dikici, Didem; Akdeniz, Fatma; Kalaycı, Fatma; Oral, E. Timuçin; Vahip, Simavi
    Amaç: Bu çalışmanın amacı Biyolojik Ritim Değerlendirme Görüşmesinin (BRDG) Türkçe sürümünün güvenilirlik ve geçerliliğini ortaya koymaktır. Yöntem: Araştırma üç üniversite hastanesi psikiyatri anabilim dalı ve bir eğitim hastanesi duygudurum bozuklukları birimlerine başvuran ve iki uçlu tip I bozukluk tanısı konan 79, iki uçlu tip II bozukluk tanısı konan 26, majör depresif bozukluk tanısı konan 42 hasta ile, üniversite öğrencilerinden oluşan 116 sağlıklı gönüllüden oluşan gruplarla yürütülmüştür. Hastalık süresi iki uçlu bozukluk grupları için 15.1 yıl ve majör depresif bozukluk grubu için 9.3 yıldır. Birlikte geçerliliği değerlendirmek amacıyla Pittsburgh Uyku Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. İstatistiksel değerlendirmede iç tutarlılık katsayısı, madde-toplam puan bağıntı katsayıları, açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör çözümlemesi, diğer ölçekle bağıntı ve ROC eğrisi hesaplanmıştır. Bulgular: BRDG önce Türkçeye, sonra İngilizceye çevrilmiş ve çeviriler sonunda dil birliğiyle ölçek metni elde edilmiştir. İç tutarlılık çözümlemesinde Cronbach alfa katsayısı 0.899 ve madde-toplam puan bağıntı katsayıları 0.239-0.747 arasında elde edilmiştir. Açıklayıcı faktör çözümlemesinde varyansın %56.5‟ini açıklayan toplam üç faktör elde edilmiştir: Günlük etkinlikler, uyku ve yeme alışkanlıkları, kişilerarası ilişkiler. Doğrulayıcı faktör çözümlemesinde karşılaştırmalı uyum endeksi 0.932 ve tahminin ortalama kare kök hatası 0.065 olarak bulunmuştur. BRDG‟nin Pittsburgh Uyku Kalitesi Ölçeği ile bağıntısı r=0.238 olarak hesaplanmıştır. Özgüllük ve duyarlılık çözümlemesinde ROC eğrisinin altında kalan alan 0.876 olarak bulunmuştur. Ölçeğin duygudurum bozukluğu gruplarını kontrol grubundan ayırt ettiği görülmüştür. Sonuç: Hastaların günlük döngüsel ritmini ve bu ritime uygun olarak işlevselliğini değerlendirmeye elverişli BRDG‟nin Türkçe formunun güvenilir ve geçerli olduğu gösterilmiştir.
  • Öğe
    Attachment styles and psychological symptoms of women continue to live in the house they were subjected to violence and women living in shelter houses after the violence
    (Kare Publ, 2013) Gezen, Mine; Oral, Esat Timuçin
    Objective: Surveys in Turkey revealed that one third of women were exposed to physical violence by their partners and 25% of them lost their lives. The rate of murdered women in the last seven years has increased more than 1400 times. These findings display the importance of the problem. This research has been planned to put forward the attachment styles and identify the psychological symptom levels of women who were subject to violence and living at shelters, and women who were living with their spouses. Methods: The sample of this study consists of 40 women who were subject to physical violence and continue to live with their spouses in the service area of Istanbul Metropolitan Municipality Counseling Centers, and 40 women who were subject to physical violence and living in three women's shelters in Istanbul. Symptom Check List (SCL-90), Relationship Scales Questionnaire and socio-demographic form were used for research. Results: The comparison between these two groups were examined. Levels of symptoms related with somatization, obsessive-compulsive features, interpersonal sensitivity, depression, anxiety, anger-hostility, phobic anxiety, paranoid ideation, psychoticism, sleep and eating disorders, feelings of guilt were found high in both groups. The relationship between secured attachment styles and obsessive-compulsive features, interpersonal sensitivity, depression, anxiety, anger-hostility, phobic anxiety, paranoid ideation, psychotic and general symptom profiles showed statistically significant negative correlation. Conclusion: According to attachment styles, there were no significant statistical differences between women exposed to violence and living at women's shelters and women who are exposed to violence but still living with their husbands; but the secure attachment style is higher in whom left their home at least once after the violence, comparing to women who never left the house. Besides, psychological symptoms were lower in women who were exposed to violence and had a secure attachment. Therefore, secure attachment style is a component for women to handle husband violence.
  • Öğe
    Seasonal variation of metabolic syndrome prevalence in bipolar disorder
    (Yerküre Tanıtım & Yayıncılık Hizmetleri A.Ş., 2012) Altınbaş, Kürşat; Enez Darçın, Aslı ; Gülöksüz, Sinan; Oral, Timuçin Esat
    Objective: Metabolic disturbances and diagnosis of metabolic syndrome are more prevalent in bipolar disorder patients than general population. The underlying biological pathway regarding this high rate of metabolic syndrome compared to general population in bipolar disorder is still unknown. The side effects of second generation antipsychotics causing weight gain and insulin resistance are considered as one of the main factors. However, this knowledge is not sufficient to understand the association between bipolar disorder and metabolic syndrome entirely. The aim of this study was to investigate the seasonal variation in prevalence of the metabolic syndrome criteria and diagnosis in type 1 bipolar disorder. Methods: With that purpose 69 clinically remitted type 1 bipolar disorder patients, who also met inclusion criteria for the study, were recruited. Metabolic syndrome was diagnosed by using the International Diabetes Federation (IDF) criteria. Young Mania Rating Scale and Hamilton Depression Rating Scale with 17 items were used in clinical interview in each visit to assess mood. All patients were assessed in four visits during one year, with one visit per each season. To evaluate patients for metabolic syndrome criteria, blood sampling, blood pressure, and waist circumference measures were carried out. The data of 49 patients, who were evaluated in all four visits and met inclusion criteria in each visit, were analyzed. These data were used in investigation of the seasonal variation in the prevalence of metabolic syndrome criteria and metabolic syndrome diagnosis. Results: In the group of type 1 bipolar patients recruited to the study, the prevalence of metabolic syndrome diagnosis was 42.9%, 42.9%, 34.7% and 34.7% in winter, spring, summer, and autumn, respectively. Although metabolic syndrome diagnosis was more prevalent in winter and in spring, the difference was not statistically significant. Among the metabolic syndrome criteria, prevalence of low- HDL criterion, that was found lowest in spring, showed seasonal variation. Discussion: Although the results of this study do not support that the prevalence of metabolic syndrome diagnosis has a seasonal variation in type 1 bipolar patients, it shows that the prevalence of one of the metabolic syndrome criteria, low- HDL criterion, has seasonal variation among patients with bipolar disorder. Long term, large sample-sized follow-up studies are still required to investigate the seasonal variation in prevalence of metabolic syndrome criteria and metabolic syndrome diagnosis in bipolar disorder patients. Metabolic syndrome, which is more prevalent in individuals with major mental disorders such as schizophrenia and bipolar disorder than in general population, is an important health issue considering its association with cardiovascular diseases and high mortality and morbidity rates. Due to possible seasonal variation of metabolic disturbances, clinicians should monitor metabolic changes beside the mood changes in bipolar disorder patients.
  • Öğe
    Electrocardiography changes in bipolar patients during long-term lithium monotherapy
    (Elsevier Science Inc, 2014) Altınbaş, Kürşat; Gülöksüz, Sinan ; Çağlar, İlker Murat; Turhan Çağlar, Fatma Nihan ; Kurt, Erhan; Oral, Esat Timuçin
    Objective: Cardiovascular side effects of lithium have been reported to occur mainly at higher-than-therapeutic serum levels. We aimed to investigate the impact of the long-term lithium use on electrocardiogram (ECG) parameters in association with the serum levels in patients with bipolar disorder (BD) and in healthy controls (HCs) serving as the reference group. Methods: The study sample consisted of 53 euthymic BD type I patients on lithium monotherapy at therapeutic serum levels (M=0.76, S.D.=0.14, range=0.41-1.09 mmol/l) for at least 12 months and 45 HCs. A 12-lead surface ECG was obtained from all participants at resting state for at least half an hour for 5-min recording. Heart-rate, Pmax, Pmin, QRS interval, QT dispersion, QT dispersion ratio (QTdR) and Tpeak-to-end interval (TpTe) were measured. Results: Regression analyses revealed that QTdR (B=14.17, P=.001), TpTe (B=18.38, P<.001), Pmax (B=17.84, P<.001) and Pmin (B=25.10, P<.001) were increased in BD patients who were on chronic lithium treatment than in HCs after controlling for age, sex and strict Bonferroni correction for multiple testing. There were no associations between serum lithium levels and ECG parameters. Conclusion: Our findings suggest that the use of lithium is associated with both atrial and ventricular electrical instability, even when lithium levels are in the therapeutic range. (C) 2014 Elsevier Inc. All rights reserved.
  • Öğe
    Affective temperament profiles of overactive bladder patients
    (TURKISH NEUROPSYCHIATRY ASSOC-TURK NOROPSIKIYATRI DERNEGI, 2014) Sarıbacak, Ali; Altınbaş, Kürşat; Yılmaz, Hasan; Özkan, Alp; Oral, Timuçin
    Introduction: Overactive bladder (OAB) is generally characterized by urinary urgency with or without incontinence and increased frequency of voiding and nocturia. Although animal studies have demonstrated the relationship between defective serotonergic neurotransmission and OAB, its etiology is still unclarified. Temperament profiles are hypothesized to be related with serotonergic activity and are studied in many psychosomatic disorders. Thus, we assume that OAB is related with a certain type of temperament. Method: 29 patients, who were admitted to the urology outpatient clinic at Kocaeli University and clinically diagnosed with OAB syndrome, were recruited for the study. Temperament profiles were evaluated with the Temperament Evaluation of Memphis Pisa Paris and San Diego Autoquestionnaire (TEMPS-A). Depressive, hyperthymic, cyclothymic, anxious and irritable temperament scores in patients were compared with those in 25 healthy controls. Results: Patient and control groups were similar in terms of age (p=.65), sex (p=.64) and educational level (p=.90). Anxious temperament scores were higher (p=.02) and hyperthymic temperament scores were lower (p=.02) in patients with OAB compared to controls. Depressive, cyclothymic and irritable temperament scores were similar in both groups. There was no significant differences between men and women in both groups in terms of different temperament profile scores. Conclusion: Hypothetically, there might be an association between anxious temperament and OAB syndrome reflecting serotonergic dysfunction. However, OAB syndrome must be considered from the aspect of the interdependence of psychosomatic implications in a narrow sense and psychosomatic dimensions due to the psychological predisposition in the individual case.
  • Öğe
    State of the art psychopharmacological treatment options in seasonal affective disorder
    (Medicinska Naklada Zagreb, 2016) Yıldız, Mesut; Batmaz, Sedat; Songur, Emrah; Oral, Esat Timuçin
    Seasonal affective disorder (SAD) is defined as a subtype of mood disorders in DSM 5, and it is characterized by a seasonal onset. SAD is proposed to be related to the seasonal changes in naturally occurring light, and the use of bright light therapy for depressive symptoms has been shown to reduce them in placebo controlled trials. Cognitive behavioral therapy has also been demonstrated to be effective in SAD. This review article aims to focus on the psychopharmacological treatment options for SAD. According to clinical trial results, first line treatment options seem to be sertraline and fluoxetine, and are well tolerated by the patients. There is some evidence that other antidepressants (e.g. bupropion) might be effective as well. Although clinical trials have shown that some of these antidepressants may be of benefit, a recent review has concluded that there is not enough evidence to support the use of any of these agents for the treatment of SAD yet. Moreover, more studies are still needed to evaluate the effectiveness of other treatment options, e.g., propranolol, melatonin, hypericum, etc. In addition to the above proposed treatments, patients with seasonal depressive symptoms should thoroughly be evaluated for any cues of bipolarity, and their treatment should be planned accordingly.
  • Öğe
    Aleksitimi ve patolojik kumar: Duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolü
    (Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği, 2017) Elmas, Hazal Gökçe; Cesur, Gizem; Oral, Esat Timuçin
    Amaç: Bu çalışmanın amacı aleksitimi ve duygu düzenlemede yaşanan güçlüklerin kumar oynama bozukluğunu ne ölçüde yordadığının belirlenmesi ve aleksitimi düzeyi ile patolojik kumar oynama arasındaki ilişkide duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolünün araştırılmasıdır. Yöntem: Çalışmanın örneklemini yaş ortalaması 33.30 (ss:11.62) olan toplam 246 erkek oluşturmaktadır. Veri toplama amacıyla demografik bilgi formu yanı sıra, South Oaks Kumar Tarama Testi (SOKTT), Toronto Aleksitimi Ölçeği (TAS-20) ve Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği (DDGÖ) kullanılmıştır. Bulgular: Kumar oynama şiddetini yordayan değişkenleri belirlemek amacıyla yürütülen regresyon analizi sonucunda, SOKTT toplam puanını, kumar için harcanan para miktarı, TAS-20 toplam puanı ve DDGÖ toplam puanı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yordamaktadır. Duygu düzenleme güçlüğünün aleksitimi ile patolojik kumar oynama arasında kısmi aracı rolü olduğu da bulunmuştur. Sonuç: Aleksitimik bireylerin bağımlılık davranışına duygu düzenleme güçlüğü aracılığıyla yöneldiği düşünülmektedir. Aleksitimi düzeyine ek olarak duygu düzenleme süreçlerinde yaşanan güçlüğün patolojik kumar oynama davranışına yol açmada önemli görülmektedir. Bu bağlamda mevcut çalışmanın aleksitimi, duygu düzenleme ve patolojik kumar oynama davranışını birlikte ele alarak, bağımlılık ile ilgili literatüre katkı sunduğu düşünülmektedir.
  • Öğe
    Aile ve bireysel değerlerin sorumlu tüketim bilinci üzerindeki etkisi
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2016) Sayraç, Neslihan; Arı, Ela; Malkoç, Gökhan
    Son yıllarda çevre sorunlarının artmasına bağlı olarak çevre sorumlu tüketim davranışının benimsenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu araştırmanın temel amacı ailenin çevre sorumluluğuna bağlı tüketim bilinci, bireysel değerlerin ve demografik özelliklerin kişilerin çevre sorumlu tüketim bilinci üzerindeki etkisini ölçmek ve incelemektir. Araştırmanın örneklemini 293 üniversite öğrencisi oluşturmaktadır. Bu çalışmada, Schwartz’ın Değerler Listesi, anne ve babanın Çevre Sorumluluğuna Bağlı Tüketim Bilinci Ölçeği kullanılmıştır. Yapılan araştırma sonucunda, annenin sorumlu tüketim bilincinin ve bireysel değerlerden evrenselcilik ve iyiliksever değer tiplerinin çevre sorumluluğuna bağlı tüketim bilincini pozitif yönde yordayan değişkenler olduğu bulunmuştur.
  • Öğe
    SBST sözel bellek ve WMS görsel bellek testleri arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2006) Sözen, Didem
    “SBST- Sözel Bellek Süreçleri Testi” ile “WMS- Görsel Üretim Alt Testi” arasındaki korelasyonun incelenmesi bu araştırmanın temel amacını oluşturmaktadır. İlişkisel tarama yöntemi kullanılan bu araştırmanın örneklemini 31 denek oluşturmaktadır. Deneklerin cinsiyeti, medeni durumu, yaşı, öğrenim durumu, el tercihi, unutkanlık problemi algılama, dikkat problemi, ilgisini çeken bir şeyi sonuna kadar takip edebilme, sözel öğrenme puanı, görsel öğrenme puanı, sözel bellek kendiliğinden hatırlama, sözel bellek tanıma ve uzun süreli görsel bellek puanlarının genel dağılımı için frekans ve yüzde; cinsiyete, medeni duruma ve yaşa bağlı sözel öğrenme puanı için t-testi; görsel bellek öğrenme puanı ile sözel bellek öğrenme puanı; uzun süreli görsel bellek puanı ile sözel bellek tanıma ve sözel bellek kendiliğinden hatırlama puanları arasında pearson korelasyon teknikleri uygulanmıştır. Diğer puanlar sabit tutulduğunda, deneklerin sözel öğrenme puanları ve görsel öğrenme puanları arasında hafif düzeyde pozitif ve anlamlı bir ilişki olduğu, kendiliğinden hatırlama puanı ile uzun süreli görsel bellek puanı arasında orta düzeyde pozitif ve anlamlı bir ilişki olduğu, sözel tanıma puanları ve uzun süreli görsel bellek puanları arasında orta düzeyde negatif ve anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur.
  • Öğe
    İnsanın saldırgan ve yıkıcı doğasını anlamak
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2013) Yavuzer, Nurgül
    Sosyo-kültürel değer yargılarının göreceli olması ve kültürel farklılıklar nedeniyle her toplum farklı saldırganlık türlerini farklı biçimde değerlendirmektedir. Bu çalışma, bazı kişilik kuramları ve sosyal psikolojinin argümanlarıyla beslenerek insanın saldırgan yapısının savaş ve yıkıcılığa yol açmasının nedenlerini tartışmakta, insanın saldırgan davranışının doğasının nereden kaynaklandığını inceleyerek anlamaya çalışmaktadır. İnsanın intra-psişik ve bilişsel yapılarının ele alınması ve bunun üzerinden ahlaki benlik yapılarının tartışılması önemli görülmektedir. Ancak insana dair her türlü ahlaki seçeneklerin çoğu kendi içinde çelişki taşımaktadır. Bu amaçla çelişkilerin farklı düşünürlerce incelenerek barış ve hoşgörü olgusunun nasıl oluşacağına ilişkin sorulara cevap aranmaktadır.
  • Öğe
    Analyzing personal orientations of university students in terms of some socio-demographic variables
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2012) Yavuzer, Nurgül; Kırıkanat, Berke
    The purpose of this study was to identify the personal orientations of the university students and examine them in terms of the socio-demographic features. The research investigated whether the socio-demographic variables used involve the aims of the environments in which young people develop. And it also tested whether there was a relationship between these variables and self-actualization. 247 university students (18 to 45 aged) in Istanbul Commerce University participated in this study. Personal Orientation Inventory (POI ) and the questionnaire including socio-demographic traits were utilized in the research. The results showed the different patterns between the subscales of the POI and the variables mentioned in the questionnaire.
  • Öğe
    Türkiye’de özel öğrenme güçlüğüne ilişkin yapılan uygulamalar
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2012) Güngörmüş Özkardeş, Oya
    Bu çalışmada Ülkemizde ÖÖG li çocuklara ilişkin yapılan uygulamalar ÖÖG li çocuklara götürülen hizmetler, Uzman/ Öğretmen yetiştirilmesi, Sivil toplum örgütlerinin çalışmaları, ÖÖG ile ilgili projeler ve araştırmalar olmak üzere dört başlık altında incelenmiştir; bu bilgilerin ışığında yapılması gerekenler özetlenmiştir.
  • Öğe
    Mobbing davranışı ve kişilik özellikleriyle ilişkisi
    (İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2012) Baş, Nesrin; Oral, Esat Timuçin
    Giriş: Mobbing karşısında gösterilen tutumlar ve tepkiler çalışanın kişilik özellikleri, yetiştiği kültür, eğitim seviyesi vb unsurlara bağlı olarak farklılaşabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, çalışanların kişilik özellikleri ile mobbinge maruz kalma arasında ilişki olup olmadığını incelemek ve mobbinge maruz kalanların tutumları ile kişilik özellikleri arasında nasıl bir bağlantı olduğunun araştırılmasıdır. Yöntem: Araştırma, İstanbul ilinde bulunan üç yerli ve üç yurtdışı kökenli ilaç firmasının merkez ve saha çalışanları üzerinde yapılmış ve Cloninger Mizaç ve Karakter Envanteri, mobbing ile bir tutum anketi yanısıra demografik özellikleri belirleyecek anket uygulanmıştır. Örneklem seçimi, gelişigüzel ve kartopu yöntemleri ile yapılmış ve 100 katılımcı üzerinde uygulanan anketler istatistikî analizle değerlendirilmiştir. Bulgular: Mobbing görülme oranı %44 bulunmuştur. Büyük yaş grubunun psikolojik taciz ölçeği puanları 30 yaş altı çalışanlara göre daha yüksek, evli olanların bekarlara göre daha daha düşüktür. Yerli firmalarda çalışanlarının anlamlı derecede daha fazla mobbing davranışlarına maruz kaldıkları gösterilmiştir. Mobbing davranışlarına karşı gösterilen tutumlar ile kişilik boyutları arasındaki ilişki incelendiğinde; “Yenilik Arayışı” alt boyutu ile “Kaçma” tutumları arasında %26,8 düzeyinde pozitif yönde, “Pasif Başa Çıkma” tutumları arasında %34,7 düzeyinde negatif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. “Zarardan kaçınma” alt boyutu ile “Karşı Savaşma” alt boyutu arasında %38,0 düzeyinde negatif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. “Ödül Bağımlılığı” alt boyutu ile “Kaçma” tutumları arasında %25,0 düzeyinde negatif yönde , “Karşı Savaşma” tutumları arasında ise %23,2 düzeyinde pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Kendi Kendini İdare Etme alt boyutu ile Karşı Savaşma tutumları arasında %22,8 düzeyinde pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Sonuçlar: Mizaç ve Karakter özellikleri ile mobbing davranışlarına maruz kalma ve mobbinge karşı gösterilen tutumlar arasında bir ilişki olduğu gösterilmiştir.