İTÜSBD, Cilt 20, Sayı 41 (Hukuk Sayısı), Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Türkiye'de kıyı alanlarında yaşanan sorunlar çerçevesinde hukuki süreçlerin incelenmesi(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Yalçınkaya, Nermin MerveAmaç: Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de kıyı alanları ile ilgili yürütülen hukuki süreçlerin gerekçeleri, kapsamı ve işleyişine yönelik bir araştırma yürütmektir. Yöntem: Türkiye’de kıyı alanlarında çevresel dinamikler, mülkiyet sorunu vb. konulara ilişkin gözlenen sorunlar ve yürütülen dava süreçleri, Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay Hukuk Daireleri, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (YHGK), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başta olmak üzere ilgili mahkeme dosyaları ve Sayıştay raporları incelenerek tespit edilmiştir. Hukuki süreçler, neden-sonuç ilişkisi gözetilerek değerlendirilmiştir. Bulgular: Yaklaşık 8.000 km’lik kıyı şeridine sahip Türkiye’de ülke nüfusunun yaklaşık %60’ına yakını kıyı illerinde yaşamaktadır. Bu nedenle, kıyı alanları sahip olduğu doğal kaynak rezervlerinin yanı sıra, kültürel tabanlı farklı faaliyetler için de yoğun olarak tercih edilmektedir. Kıyı alanlarının etkin ve etkili kullanılmasına dair karar verme süreçleri büyük bir önem arz etmekte; bu süreçlerin altyapısını ise hukuk kuralları, planlama çalışmaları ve geleceğe yönelik dengeli ve uyumlu politikalar oluşturmaktadır. Nitelikli ve çok boyutlu bir çerçevede yönetilmesi gereken kıyı alanlarına ilişkin yaşanan sorunlara yönelik farklı çözüm yollarına başvurulmaktadır. Özel-tüzel kişiler, farklı kamu kurumları, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) vb. tarafından farklı gerekçeler ile hukuki süreçler başlatılmakta ve yasal çerçevede çözüm yolları aranmaktadır. Çalışmada, kıyı alanlarındaki uygulamalardan kaynaklanan hukuki sorunların başında mülkiyet hakkı ve çevre hukuku merkezli ihlaller olduğu, bu durumun ise gerek bireysel olarak tapu maliklerine gerekse kıyı alanında yaşayan kent sakinleri ve STK gibi menfaat gruplarına olumsuz olarak yansıdığı görülmüştür. Bunun yanı sıra, kıyı alanlarına yönelik yetkinin tek elde toplanmaması ve ortak kıyı mevzuatının bulunmaması da öne çıkmaktadır. Özgünlük: Türkiye’de kıyı alanlarında yaşanan sorunlar sosyoekonomik açıdan birçok vatandaşı olumsuz etkilemekte, ekolojik açıdan ise çevresel sürdürülebilirlik üzerinde tehdit oluşturmaktadır. Kıyı alanlarında ağırlıklı olarak yaşanan hukuki süreçlere yönelik bu çalışma; görülen davaların nedenlerini, davacıları, dava sonuçlarını ve yetkili mercileri aydınlatan bir perspektif sunmaktadır. İlgili çalışmalara yönelik literatür dayanağı sunan bu çalışmada, aynı zamanda ulusal ve uluslararası perspektifte (AYM, YHGK, AİHM) emsal nitelikteki kararlar ve öncelikli tespit edilen sorunların azaltılmasına yönelik geliştirilen çözüm önerileri yer almaktadır.Öğe Ceza sorumluluğu bakımından yapay zekânın hukuki statüsünün tartışılması(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Çetingül, NursenaÖZET Teknolojinin gelişmesiyle beraber, yapay zekâya sahip ürünlerin kullanımı oldukça yaygınlaşmıştır. Bu ürünlerin giderek artan otonomlukları, ortaya çıkabilecek bazı hukuki problemleri de beraberinde getirmektedir. Bu varlıkların bilimkurgu eserlerde sıkça ele alınmaları, bir takım otonomluklar kazanmış olmaları ve zekice hareket etmeleri, kendilerine özel bir hukuki statü verilmesi gerektiğine dair doktrinde tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalarla beraber, yapay zekaya yönelik farklı sorumluluk türleri önerilmektedir. Amaç: Yapay zekanın hukukla ilişkisini ele alan akademik çalışmaların sıklıkla popüler söylemler etkisinde kaldığının fark edilmesi üzerine bu çalışmada amaçlanan; bilimkurgu ile gerçekliğin ileride geç kalınmaması adına şimdiden ayrıştırılması, hukukçuların bilimkurgu senaryoları ve popüler söylemlerden etkilenmeden konuyu multidisipliner ve profesyonel bir şekilde ele almaları ve tavsiyelerini ferasetli bir şekilde yapmaları gerektiğini vurgulamaktır. Yöntem: Bu çalışmada, ulusal ve uluslararası literatürdeki görüşlere müracaat edilerek “zeka, makinelerin düşünebilmesi” gibi kavramlar sorgulanmış, yapay zekalardaki otonomluğun sorumluluğa etkisi ve “makinelerin cezalandırılabilirliği” meseleleri ele alınmıştır. Bu çalışmada özellikle ceza hukuku bakımından literatürde önerilen sorumluluk türleri ve yapay zekaya hukuki statü verilmesine dair meseleler tartışılmış ve nihayet konunun bütüncül bir değerlendirmesi yapılmıştır. Bulgular: Çalışma neticesinde, yapay zekayı insan zekasıyla karşılaştırmanın doğru olmadığı, bilimkurgu senaryolarında anlatılan birtakım tahminlerin gerçekle bağdaşmadığı, yapay zekaya hukuki statü verilmesine ihtiyaç bulunmadığı, hukuki statü verilmesi durumunda önerilen müeyyidelerin ceza hukukunun amacı ve doğası ile bağdaşmayacağı, yapay zekanın sebep olacağı suçlarda yapay zekanın arkasındaki üretici, yazılımcı, kullanıcı gibi kişilerin kast/taksir durumlarına göre cezalandırılması gerektiği, bu konuda multidisipliner çalışma yapmanın gerekliliği, kanunlarda yapılacak özel ve detaylı düzenlemelerle muhtemel sorunların önüne geçilebileceği sonucuna varılmıştır. Özgünlük: Çalışma, yapay zekaya hukuki statü verilmesine dair yapılan tartışmalara yeni bir perspektif getirmeye çalışması, konuyu bilimkurgu senaryolarının ötesinde, kanıta dayalı sağlam bir zeminde ve psikoloji bilimi ile felsefeden destek alarak tartışması, bilhassa popüler dili kullanmaktan kaçınmasıyla farklılık arz etmektedir.Öğe Boşanma sebebinde terdit(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Barut, Fatma Nur TekçeDavacının aynı davalıya karşı aynı dava dilekçesinde birden fazla talebini aslîlik-ferîlik ilişkisi içerisinde ileri sürdüğü dava “terditli dava” olarak tanımlanmaktadır. Amaç: Talepler arasında aslî ve ferî olarak bir sınıflandırılma yapılabilmesi için aralarında hukukî veya ekonomik bir bağlantı olması gerekir. Bu tanım çerçevesinde özellikle davanın esaslı unsurlarından olan davanın sebebi kavramını açıklamaya yarayan teoriler ele alınarak bir değerlendirme yapılarak terditli davanın kapsamı belirlenmelidir. Çünkü HMK madde 111’deki ifade şekli terditli davanın sadece talep sonucu bakımından geçerli olduğunu göstermektedir. Yöntem: Dava sebebi kavramı ve terditli dava kavramları arasındaki ilişki, terdit ilişkisi, ilmî içtihatlara konu olan uyuşmazlıklardaki çözüm şekli bakımından bir inceleme yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle öncelikle dava sebebi açıklanmalıdır. Dava sebebini açıklayan teoriler, boşanma sebeplerinin terditli olarak ileri sürülüp sürülmemesi noktasında da yol gösterici olacaktır. Türk Medenî Kanunu’nda düzenlenen özel ve genel boşanma sebeplerinin birlikte aslîlik- ferîlik ilişkisi içerisinde ileri sürülmesi o davayı terditli dava olarak nitelendirmek için kâfi bir gerekçe olup olmadığı tartışılmalıdır. Bulgular: Özellikle Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin özel ve genel boşanma sebeplerinin birarada aslîlik-ferîlik ilişkisi içerisinde ileri sürülmesini terditli dava olarak tespit eden içtihatları değerlendirildiğinde hukukî sebepte kurulan terdit ilişkisi terditli dava olarak nitelendirildiği görülmektedir. Özgünlük: Yargıtay 2. Hukuk Dairesi özel ve genel boşanma sebepleri arasında terdit ilişkisi kurarak terditli dava olarak nitelendirdiği kararlar hukukî sebep bakımından terditli davanın mümkün olabildiğini göstermektedir. Ancak dava sebebini açıklayan teoriler ele alındığında da hukukî sebepte kurulan terdit ilişkisinin terditli dava olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı belirlenmelidir.Öğe Miras sebebiyle istihkak davasının (hereditatis petitio) roma hukukundaki gelişimi ve modern kanunlara aktarılması süreci hakkında bir inceleme(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Uluçlar, Selvi Nazlı GüvençAlman Medenî Kanun’u BGB, 2018-2032, İsviçre Medenî Kanun’u ZGB, 598-600, Türk Medenî Kanunu MK 637-639, maddelerinde düzenlenen “Miras Sebebiyle İstihkak” davası, Roma Hukuku kaynaklı bir miras hukuku davasıdır (Hereditatis Petito). Bu dava ile yasal veya atanmış mirasçı, gerçekte bir miras hakkına sahip olmamakla birlikte mirasçıymış gibi tereke veya münferit tereke değerlerini elinde bulunduran davalıdan bunların teslim ve iadesini talep eder. Miras Sebebiyle İstihkak davası, mehaz kanun ZGB ve TMK’da oldukça kısa özet mahiyetinde üç madde ile düzenlenmiştir. Maalesef, İsviçre ve Türk Hukukunda, kanunî düzenlemelerin yetersizliği, uygulamada, mirasçıya tanınan bu özel hukuki imkânın anlaşılmasını ve gereken ilgiyi görmesini engellemiş görünmektedir. Bu kadim dava hakkına duyulan ihtiyacı ortaya koymak üzere; çalışmada, öncelikle, Roma Hukukundaki tanım ve anlamı, gelişim ve değişimi ile Davanın Modern Hukuklara aktarılması süreci incelenmiştir. Amaç: Çalışmanın amacı İsviçre ve Türk Hukuklarında birçok yönden tartışmalı bir konu özelliği gösteren miras sebebiyle istihkak davasının Roma Hukuku’ndan süre gelen gelişimi ile modern hukuklara aktarılma sürecinin davanın özelliklerinin ortaya konması bakımından etkileri dikkate alınarak incelenmesidir. Yöntem: Çalışma kapsamında konuya ilişkin yasal düzenlemeler ve Alman, İsviçre ve Türk Hukuk Literatürleri taranmıştır. Bulgular: Miras sebebiyle istihkak davası kadim bir dava olarak Roma Hukuku’da ortaya çıkmış ve Müşterek Hukuk vasıtasıyla modern hukuklara aktarılmış özel bir miras hukuku davasıdır. Roma Hukuku kökenli modern Medenî Kanunların çoğunda davaya ilişkin hükümlerin mevcut olduğu görülmektedir. Ancak İsviçre ve Türk Medenî Kanunlarının dava üçer madde ile düzenlenmiştir. Buna karşın miras sebebiyle istihkak davasına ilişkin Alman Medenî Kanunu’nda on dört madde sevk edilmiştir. Yine ZGB ve TMK’dan farklı olarak ilgili hükümlerin BGB’ye kabul süreci de davanın düzenleme şeklinin yanında davaya ilişkin esasları tespitinden yol göstericidir. Çalışma kapsamında miras sebebiyle istihkak davasına duyulan ihtiyacın ve davanın esaslarının anlaşılmasında Alman Medenî Kanunu’nun ilgili hükümleri ve BGB’yi hazırlayan birinci ve ikinci komisyonlarında yapılan tartışmalar incelenmiştir. Özgünlük: Çalışmada miras sebebiyle istihkak davasına duyulan ihtiyacı tespit etmek üzere davanın tarihi süreç içinde geçirdiği değişimler ve nihayetinde Modern Medenî Kanun yapıcılarını davayı düzenlemeye sevk eden gerekçeler araştırılmıştırÖğe Ticaret unvanının Türk Ticaret Kanunu’na ve Sınai Mülkiyet Kanunu’nun marka hükümlerine göre korunması(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Durceylan, Muhammet MekinTicaret unvanı, tacirin işletmesine ilişkin işlemlerini yürütürken kullandığı addır. Ticaret unvanı temel olarak taciri tanıtma ve diğer tacirlerden ayırma işini görmektedir. Ticaret unvanının, işletme ve tacir için maddi ve manevi değeri bulunmaktadır. Ticaret unvanının önemi sebebiyle korunması büyük önem arz etmektedir. Nitekim üçüncü kişiler tacirin unvanından haksız olarak yararlanmak isteyebilir. O halde tacirin ticaret unvanını hangi yasal yollarla koruyacağını bilmesi önem arz eder. Ticaret unvanı ve marka farklı kavramlar olsa da iki kavram arasında fonksiyonel benzerlikler bulunmaktadır. Bu benzerlik nedeniyle iki işaret arasında hak ihlalleri ve tecavüzler yaşanabilmektedir. Bu nedenle bu çalışmada kısaca ticaret unvanı ve marka kavramları üzerinde durulmuş ve ticaret unvanının korunması Türk Ticaret Kanunu ve Sınai Mülkiyet Kanunu kapsamında incelenmiştir. Amaç: Bu çalışmanın amacı, ticaret unvanının benzer kavramlarla ilişkisini açıklamak ve ticaret unvanının korunması bakımından TTK ve SMK’nın ilgili hükümlerini incelemektir. Yöntem: Literatür araştırması yöntemine dayanan bu çalışma, veritabanları ve yazılı kaynakların taraması yapılarak gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Ticaret unvanı işletmeler açısından önemli bir değer olup ihlallerle karşılaşabilmektedir. 6102 sayılı TTK ile ticaret unvanını koruma imkânları arttırılmıştır. Öte yandan ticaret unvanının, marka ile benzerliği sebebiyle bu iki işaret arasında sıkça ihtilaflar yaşandığı görülmüştür. SMK’da ticaret unvanının korunması ve ihtilafların çözümü bakımından bir takım düzenlemeler içermektedir. Özgünlük: Bu çalışmanın özgün yanı, ticaret unvanının korunmasına ilişkin düzenlemelerin, yeni mevzuat ve güncel yargı kararları ele alınarak incelenmesidir. Doktrin görüşlerine de yer verilerek güncel gelişmeler ve uygulamada yaşanan sıkıntılar irdelenmiştir.Öğe Çekin ödeme için ibrazında muhatap bankanın yükümlülükleri(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Aydın, Hanife; Badak, Zehra6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu ve 5941 Sayılı Çek Kanunu’nda yer alan düzenlemeler ile çekle ödemelerin teşvik edilmesi, çekin ticari hayatta güvenli kullanımı, karşılıksız çek düzenlenmesinin engellenmesi ve kayıt dışılığın önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Amaç: Bu çalışmanın amacı, Türk Ticaret Kanunu ve Çek Kanunu’nda muhatap bankaya çek anlaşmasında ve çekin ibrazında getirilen yükümlülüklerin incelenmesidir. Yöntem: Literatür araştırması yöntemine dayanan bu çalışmada, çek kavramı ve ödeme için ibraz kavramı çerçevesinde yasal düzenlemeler ve yargı kararları incelenmiştir. Bulgular: 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu ve 5941 Sayılı Çek Kanunu’nda muhatap bankaya çek anlaşmasında, çekin ibrazında ve çekin karşılıksız çıkmasında bir takım yükümlülükler getirilmiş ve bu yükümlülüklerin gereği gibi yerine getirilmemesi hâlinde de muhatabın sorumlulukları düzenlenmiştir. Hukukumuzda, Türkiye’de ödenecek çeklerde muhatabın ancak bir banka olabileceği düzenlenmiştir. Bir güven kurumu olan bankanın, tüzel kişiliğe sahip tacir sıfatıyla tüm işlemlerinde olduğu gibi ÇekK ve TTK’da çekle ilgili tüm yükümlülüklerini yerine getirirken basiretli bir tacirden beklenen özen ve dikkati göstermesi gerekir. Muhatap banka kanunda yer alan yükümlülüklerini gereği gibi yerine getirmediğinde hukuki ve cezai yaptırımlarla karşılaşacaktır. Özgünlük: Bu çalışmada çekteki üçlü ilişkide yer alan muhatap bankanın yükümlülüklerinin, uygulamada da sıklıkla karşılaşılan sorunlar, doktrindeki farklı görüşler ve Yargıtay uygulamaları incelenerek ele alınmıştır.Öğe “Mephisto” kararı çerçevesinde postmortal dönemde kişilik hakkının korunması(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Yılmaz, Çiğdem Mine4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 28. Maddesi gereği “kişilik” gerçek kişiler için sağ ve tam doğmak koşulu ile ana rahmine düştüğü an başlar ve ölümle sona erer. Ancak ölüm sonrası kişilik haklarının devamı konusunda kanuni bir düzenleme bulunmamaktadır. Kişilik hakkı kapsamında korunan değerlerin ne zaman sona ereceği hususunda yabancı literatür ve yargı kararları farklılık arz etmektedir. Bu değerlerden özelikle “şeref ve haysiyete” yönelik saldırıların ölenin mi yoksa yakınlarının kişilik haklarına mı saldırı teşkil ettiği hususunda tartışmalar mevcuttur. Alman Federal Mahkemesi, Bundesgerichtshof’un (BGH) incelemeye değer teşkil eden BGH, Urt. V. 20.3.1968, I ZR 44/46 sayılı kararında bu husus ele alınmıştır. Yüksek Mahkeme, kişilik haklarının dokunulmazlığının kişi hayatta iken tam anlamıyla yaşanabilmesi ve anlam kazanabilmesi için, kişinin o öldükten sonra da kendi onuruna karşı yapılacak kabaca saldırılara karşı korunacağı inancını taşıyabilmesi ve bu beklentiye sahip olabilmesi ile mümkün olacağını ifade etmiştir. Öte yandan bu kararla “hukukun güvenilirliği” ilkesinin de merhum kişinin haklarının, özel bir yetkilendirme olmasa dahi, üçüncü kişiler tarafından ileri sürülmesine mani olmayacağını ifade ederek postmortal dönemde kişilik haklarının korunmasını en üst düzeyde sağlanmıştır Amaç: Çalışmada kişilik hakkının ölüm sonrası dönemde korunmasının kimler tarafından, hangi hukuki çerçevede yapılabileceği saptanmak istenmiştir. Yöntem: Çalışmada, örnek niteliğinde olan BGH. Kararı incelenmiş, ilk derece ve istinaf mahkemesinin gerekçelerinden yola çıkılmıştır. Bulgular: Kişilik haklarının dokunulmazlığının kişi hayatta iken tam anlamıyla yaşanabilmesi ve anlam kazanabilmesi için, kişinin o öldükten sonra da kendi onuruna karşı yapılacak kabaca saldırılara karşı korunacağı inancını taşıyabilmesi ve bu beklentiye sahip olabilmesi ile mümkün olacağı tespit edilmiştir. Özgünlük: Bu çalışma ile “hukukun güvenilirliği” ilkesinin de merhum kişinin haklarının, özel bir yetkilendirme olmasa dahi, üçüncü kişiler tarafından ileri sürülmesine mani olmayacağını ifade ederek postmortal dönemde kişilik haklarının korunmasını en üst düzeyde sağlanmıştır.Öğe Sürdürülebilir şirketler ve hukuki çerçevesi(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Kandemir, Hatice KübraSürdürülebilirlik, ekonomik devamlılığının yanı sıra şirketlerin toplumdaki yeri ve etkilerinin belirlenmesi ve anlaşılması açısından da önemli bir yere sahiptir. ‘Negatif dışsallıklar’ olarak ifade edilen sürdürülebilir olmayan pek çok faaliyetin kaynağı, şirketlerin ekonomik faaliyetleri yoluyla ortaya çıkmaktadır. Peki şirketlerin faaliyetlerinin sürdürülebilir amaçlarla örtüşmesinde yasal düzenlemeler nerede duruyor? Bu çalışmada, kamu hukuku ve özel hukuk alanındaki düzenlemelerin sürdürülebilir şirketlere yaklaşımının farklılık gösterdiği savunulmuştur. Diğer yandan, şirketlerin uyum göstermesi gönüllülük esasına bağlı olan yumuşak hukuk kuralları, sürdürülebilirliği teşvik eden ilkelere yer verse de bu hukuki yöntemlerin geleneksel hukuka göre bağlayıcılığının zayıf olmasının en büyük eksiklik olduğu ortaya konmuştur. Bu çalışmada ayrıca, şirketlerin sürdürülebilirlik prensibini benimsemeleri için katı hukuk kurallarının gerekli olup olmadığına ilişkin bir değerlendirmeye yer verilmiştir. Amaç: Bu makalenin amacı, ‘sürdürülebilir şirketler’ ve ‘sosyal sorumlu şirketler’ kavramlarının şirketler hukuku alanındaki yerini saptamak ve bu kavramların hukuki çerçevesini ortaya koymaktır. Yöntem: Çalışma kapsamında, sürdürülebilirlik konusunda mevcut yasal düzenlemelere yer verilmiş ve bu hukuki düzenlemeler kamu hukuku - özel hukuk ayrımı altında incelenmiştir. Ayrıca, sürdürülebilir şirketler kapsamında uluslararası standartlar ve kurumsal yönetim ilkelerinde yer alan düzenlemeler yumuşak hukuk kuralları altında ele alınmıştır. Bulgular: Sürdürülebilirlik kapsamında kamu hukukunda yasaklayıcı ve teşvik edici birtakım düzenlemelere yer verilmesine rağmen sürdürülebilir kalkınma amaçları doğrultusunda bu düzenlemeler tek başına yetersiz görülmektedir. Öte yandan, şirketler hukuku düzenlemeleri, şirketleri sosyal veya çevresel açıdan sorumlu davranmaya zorlayan veya teşvik eden hiçbir hüküm öngörmemiştir. Dolayısıyla, katı hukuk kurallarında sürdürülebilir amaçlar ile ilgili şirket yöneticilerinin sorumluluğuna yer verilmediği söylenebilir. Sürdürülebilirlik anlayışının, kurumsal yönetim kodlarında uyulması zorunlu olmayan ilkeler altında ve uluslararası kılavuzlarda yer aldığı görülmüştür. Bu tür düzenlemeler her ne kadar şirketleri sürdürülebilir faaliyette bulunmaya teşvik edici düzenlemeler olsa da hukuki yaptırım gücünden yoksun olmaları nedeniyle tek başına yetersiz kaldığı görülmüş ve bu alanda katı hukuk kurallarının gerekliliği sorgulanmıştır. Özgünlük: Bu çalışmada sürdürülebilirlik kavramı, şirketler hukuku boyutu ile hukuki bir çerçeveye oturtulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, şirketlerin sürdürülebilirlik ile ilgili özen yükümlülüğü, Türkiye’deki yasal görünüm ışığında değerlendirilmiş ayrıca Avrupa Birliği’ndeki sürdürülebilirlik sorumluluğu ile ilgili öne çıkan gelişmelere de yer verilmiştir.Öğe The improvement of public private partnership in the Turkish health law(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Yılmaz, İlhanThe public?private partnership system has been established in the form of city hospitals for the provision of health services effectively and extensively in line with the needs of modern times. However, there still remains a need for centralised PPP management, familiar with all dimensions of PPP issues that benefit the public while at the same time attracting putative investors for the sustainability of the model. Objective: This study examines the latest legal situation of the Public Private Partnership in the health sector in Turkey in the light of its historical development and proposes necessary recommendations for a sustainable system for all stakeholders. Method: The legislation adopted so far in the health sector in Turkey has been reviewed within the scope of judicial decisions. In terms of the relevant law that came into force, the deficiencies of the system on the legal basis were revealed and comparisons were made with other foreign local legislation and international texts. Findings: It has been determined that public disclosure/transparency is inevitable for the legitimacy of the system, especially in the Public-Private Partnership model in health sector, which needs to be planned considering the public interest. Thus, it is foreseen that the interests of both putative investors and the public can be balanced. As a result, the sustainability of the system can be ensured. Originality: This article does not only examine the development of the national legislation in its historical scene and the latest legal texts in force, but also examines the works of international organizations that deal with the Public Private Partnership model by comparing other national legislation and practices. Thus, the result puts before us a system that has been tested or is applicable at a global level.Öğe Sözleşmeye katılma anlaşmasında şekil ve şekle aykırılığın yaptırımı(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Camcı, Sinem; Şeker, Muzaffer818 sayılı eski Borçlar Kanunu’nda sözleşme özgürlüğü ilkesi kapsamında yapılabilen sözleşmeye katılma, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md. 206’da hüküm altına alınmış ve böylece mevcut sözleşme ilişkisine yabancı üçüncü bir kişinin hangi şartlarla bu sözleşme ilişkisine dahil olacağına ilişkin kurallar somut hale gelmiştir. Katılmaya konu mevcut sözleşme tarafları ile katılan arasında yapılan ve katılanın, yanında yer aldığı tarafla birlikte, onun hak ve borçlarına sahip olması sonucunu doğuran üç taraflı, kendine özgü (sui generis) bir anlaşma olan sözleşmeye katılma, şekil serbestliğinin kural olduğu sözleşmeler hukukunda bu serbestliğin tanınmadığı; geçerliliği için belli bir şekle uymanın zorunlu olduğu anlaşmalardan biridir. Nitekim Türk Borçlar Kanunu, kuruluşu itibariyle fer’i nitelik gösteren sözleşmeye katılma anlaşmasının geçerliliğini, bu anlaşmanın, katılımın gerçekleştiği mevcut sözleşmenin şekline uygun olarak yapılması şartına bağlı kılmıştır. Bu çalışmada, Türk Borçlar Kanunu md. 206’da düzenlenen sözleşmeye katılma anlaşmasının şekli ve bu şekle aykırılığın yaptırımı incelenmektedir. Amaç: Çalışmada, 818 sayılı eski Borçlar Kanunu döneminde sözleşme özgürlüğü ilkesi kapsamında yapılan, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ise md. 206’da üç fıkra halinde düzenlenerek isimli sözleşmeler arasına dahil olan sözleşmeye katılma anlaşmasının şekline ilişkin TBK md. 206/f.3 hükmünün ayrıntılı olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmada, sözleşmelerde şekil konusu genel olarak ele alınmış ve bu kapsamda, geçerlilik şekli ve ispat şekli hakkında ayrıntılı açıklama yapılmıştır. Daha sonra ise sözleşmeye katılma anlaşmasında şekil konusu ele alınmış ve şekle aykırı davranılması halinde, sözleşmeye katılma anlaşmasına uygulanacak geçersizlik yaptırımının hukuki niteliği incelenmiştir. Bulgular: Sözleşmeye katılma anlaşmasının şekline ilişkin Türk Borçlar Kanunu md. 206/f.3 düzenlemesine göre, katılımın gerçekleşeceği mevcut sözleşmenin bir geçerlilik şekline tabi kılındığı hallerde, sözleşmeye katılma anlaşmasının da aynı şekilde yapılması gerekmekte ve bu hükmün varlığı, sözleşmeye katılma anlaşmasında şekle bağlılığın kural; şekil serbestliğinin ise istisna olduğunu göstermektedir. Özgünlük: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile hüküm altına alınan sözleşmeye katılma anlaşmasına ilişkin bir tane yüksek lisans tezi ve birkaç tane makale dışında bu konuda yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Bu bağlamda, çalışma, sözleşmeye katılma anlaşmasının şekli konusunda araştırma yapmak ve bilgi sahibi olmak isteyenler için özgün bir makaledir.Öğe Yapay zekâ uygulamalarının kişisel verilerin korumasına dair doğurabileceği sorunlar ve çözüm önerileri(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Abudureyimu, Yiliyaer; Oğurlu, YücelGünümüzde hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen yapay zekâ teknolojileri, bireylerin davranışları, tercihleri ve özel hayatları hakkında farklı yöntemler ile veri toplayıp, doğrulanamayan çıkarımlar ve tahminler yapabilmektedir. Bu verilerin toplanması, işlenmesi, değiştirilmesi, aktarılması ve çıkarım yapılması süreçleri, muhtelif hukuki sorunlara sebep olabilmektedir. Özellikle kişisel verilerin korunması kapsamında yapay zekâ teknolojileri büyük risk ve sorunlar oluşturmaktadır. Yapay zekâ çeşitli ve zengin kişisel verilerden yararlanarak ayrımcı, önyargılı ve “istilacı” kararlar verebilmektedir. Fakat günümüzde kişisel veri koruma kanunları, insanların yalnız kalma hakkı başta olmak üzere insanların mahremiyetini, kimliğini ve özerkliğini korumak için tasarlanmasına rağmen yapay zekâ teknolojilerinin getirdiği risklerinden ilgili kişileri korumada eksik kalınmaktadır. Amaç: Çalışmada yapay zekâ uygulamalarının kişisel verilerin korumasına dair doğurabileceği sorunları bulmak ve genel anlamda çözüm önerileri ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma betimleme yöntemine dayalı niteliksel bir çalışmadır. Bulgular: Yapay zekâ döneminde, kişisel verilere yönelik ihlallerin niteliği ve ağırlığında da esaslı farklılıklar olmuştur. Kişisel verilerin korunması, kişilik haklarını, özel hayatın gizliliğini, kişilerin manevi bütünlüğünün, şeref ve onurlarının korunması gibi diğer temel haklarla yakın ilgisi olan bir konudur. Yapay zekâ çağında hassas veriler ile hassas olmayan veriler arasındaki nitelik farklılığının azalması; aynı şekilde, anonimleştirilmiş veri ile kişisel veri arasındaki farklılığın da azalması söz konusudur. Bunlara ek olarak, çıkarımların niteliği sorunu ve çıkarımların sebep olduğu önyargı ve ayrımcı kararlar da diğer ciddi bir problemdir. Yapay zekâ algoritmaların kara kutu ve şeffaflık sorunları, teknik açıdan çözülmeyi bekleyen sıradaki problemler arasındadır. İhlal failinin belirlenmesinin güçlüğü ve ihlalin delillerinin elde edilmesinin teknik olarak kolay olmaması ve yüksek maliyetli olması, yapay zekâ döneminde kişisel verilerin koruma kapsamında ortaya çıkan temel problemler arasında yer almaktadır. Bu sorunlar karşısında yapılması gerekenler ise verinin sadece toplanma aşamasında düzenlemelere tabi tutulmayıp, verilerden türetilen çıkarımların da kişisel verilerin korunması kapsamında değerlendirilmesidir. Kişisel veya kişisel olmayan ve hassas veya hassas olmayan verilerin güncel olmayan, etkisiz ve akışkan sınıflandırmalarından vazgeçilmelidir. Özgünlük: Türkiye’de yapılan ilgili çalışmalara bakıldığında, kişisel verilerin korunması sorunu, yapay zekâ uygulamalarının doğurabileceği sorunlar ve çözüm önerilerini hukuk perspektifinden inceleyen çalışma özgün niteliktedir.Öğe Temel hakların varlığı ve önemi(İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2021) Gören, ZaferBugün dünyada temel hakların gittikçe artan öneminin, gelişim ve ilerlemenin temel bir göstergesi olduğunu kabul etmek zorunludur. Anayasanın demokrasisi, her şeyden önce siyasal birlik oluşumu ve devlet etkinliği sürecinin objektif düzen ögesi olarak temel hak fonksiyonuna dayanmaktadır. Aynı şekilde temel haklar, anayasanın hukuk devleti düzeninin temellerini içerir ve hukuk devleti ilkelerini normlandırırlar. Bu düzenin ögeleri olarak sosyal devlet ödevlerinin yerine getirilmesinin amaç, sınır ve türlerini belirlerler. Anayasanın temel hakları, ilke olarak ne birey için sınırsız bir doğal özgürlüğe, ne de doğal ve prensipte her şeye kadir bir devlet iktidarına izin verir. İnsan hakları ve vatandaş haklarıyla garanti edilmiş özgürlük ve eşitlik haklarını kabul etmeyen bir düzen meşruluk iddiasında bulunamaz. Amaç: Her ne kadar devletin görevi temel hakları korumak ise de, devlet temel hakları somutlaştırmakla yükümlendirilebilir ve temel hakları sınırlandırmakla yetkilendirilebilir. Ama temel haklarla garanti edilen bireysel özgürlük ve eşitlik statüsü bu yetki dışında tutulmuş ve bu statü devlet iktidarına karşı garanti edilmiştir. Makalede Anayasaya uygun devlet iktidarının, pozitif ve negatif yetki normları ile başlangıçtan itibaren belirlenmiş ve sınırlanmış ve yalnız bunlarla çizilen bir çerçeve içinde hukuka uygun bir şekilde yetki kullanması gerekeceğine dikkat çekilmiştir. Yöntem: Makale hazırlanırken kara Avrupası hukuku ve özellikle F. Almanya Anayasa Hukuku ile karşılaştırmalar yapılmıştır. Özgünlük: Temel hakların objektif düzenin ögeleri olarak çok yönlü anlamları, odak noktasını toplum içinde kendini serbestçe geliştiren kişi ve onurunun oluşturduğu bir objektif değer düzeni veya değer sistemi olarak anlaşılmalarıyla sınırlanmış olacaktır.